Haziran ayı başında “kontrollü sosyal yaşam dönemi” başladı.

Kapalı olan işyerlerinin tamamına yakını açıldı.

Yasaklar da önemli ölçüde kaldırıldı.

Sonrası malum…

Düğünler, asker uğurlamaları, sahillere akınlar, eğlenceler ve daha neler.

Yapılmayan bir şey kalmadı.

“Kontrollü sosyal yaşam” diye bir şey söz konusu bile olmadı.

Tam aksine sanki “korona virüs belası” yok olmuş gibi “kontrolsüz bir yaşam” sürdürüldü.

Bilim adamları sürekli uyarılarda bulundular.

“Tehlike sona ermedi, aman dikkat” deyip durdular.

Ne yazık ki, hepsi boşuna oldu.

Tüm uyarılara karşın “virüse açık davet” olarak tanımlanabilecek bir ortam oluştu.

Korona virüs bu… Bugüne kadar benzeri görülmemiş bir bela…

Yayılmaz için fırsat kolluyordu.

Kendisine çıkartılar daveti hiç geri çevirir mi?

Elbette ki hayır…

“Kontrolsüz yaşam” koşullarında azgınlaştıkça azgınlaştı.

Oluşan büyük hareketlilikle de alabildiğine yayıldı.

Kısa sürede ulaşmadığı yerleşim birimi kalmadı.

İlk dönemde hiç vaka görülmeyen yerleşim birimlerinde bile “vaka patlaması” yaşandı.

Olacağı buydu zaten…

Aldığı can sayısı 10 Bini çoktan aşmış durumda…

Günlük tespit edilen vaka sayısı da binlerce…

Önlem alınması kaçınılmazdı.

Gecikmeli olarak da olsa “kısıtlama” içerikle önlemler alındı.

Haziran ayında başlayan “kontrollü yaşam” dönemi sonlandırılıp “kısıtlı yaşam” dönemi yeniden başlatıldı.

“Sokağa çıkma yasağı” da var.

Ancak, yaşamı etkileyecek bir yanı yok.

Gidilebilecek yerlerden açık olan pek kalmadı.

Restoranlar, lokantalar, kafeler, kahvehaneler, eğlence merkezleri ve benzeri ne kadar “sosyal mekan” varsa hepsi kapalı…

Hizmet sektöründe faaliyet gösteren esnaf ve tüccarlar yine ağır darbe yediler.

“Gelir” diye bir şey söz konusu değil…

Gelirler dondu…

Ancak giderlerde “donma” diye bir şey yok.

Kiralar işliyor…

Kredi borcu ödemeleri de donmuş değil… Faizler bile işliyor.

Vergi borçları da aynı…

“Yapılandırma” var ama dondurulma yok.

Dahası, haciz işlemleri bile durdurulmuş değil…

Ne yapacaklarını bilemez durumdalar.

Feryat ediyorlar.

Lokantacılar Odası Başkanı Bahar Bilen “tüm esnafın sözcüsü” olmuş gibi…

“Tedbir kararlarına karşı değiliz ama bir tedbir alınacaksa sanayicisi, memuru, tüccarı el birliği ile milletçe bu işin üstesinden gelinmeli. Sadece esnaf üzerinden tedbir kararları üretirseniz bu işin üstesinden gelinmez.

Biz artık çok yorulduk, kendimizi cezalı hissediyoruz.

Virüsün kaynağı biz değiliz. Bizi cezalandırmasınlar artık.

10 aydır kapalı işletmelerimiz var.

Bu insanlar ne yiyip ne içiyor, kirasını nasıl ödüyor, evine nasıl ekmek götürüyor kimse sormuyor. Kimse bilmiyor.

Bunlara acil destek olunması, asgari düzeyde ödenek sağlanması lazım. Fedakarlık yapacaksak top yekün yapalım. Biz çok yorulduk, çok yaralandık.”

Söylediklerinde “yanlış” olan bir şey yok.

Hepsi doğru ve bilinen gerçekler.

Korona virüs salgınına karşı sıkı önlemler alınması kaçınılmazdı.

Gecikmeli olarak da olsa alındı.

Buna itiraz etmek olanaksız.

Ancak “kapatın işyerlerini, ne haliniz varsa görün” demek de doğru değil…

Durumları ortada…

“Başlarının çaresine bakacak” durumda değiller.

Gerçekten çok ama çok zor durumdalar.

Desteklenmeleri şart.

Aksi takdirde çok büyük sıkıntılar oluşabilir.

Yapılması gerekenler belli… Herkesçe biliniyorlar da…

Ancak yapılacaklarını hiç zannetmiyoruz.

Bu gidişin sonunu kestirmek çok zor.

Aslında kestirilebiliyor da söylemeye insanın dili varmıyor.

Ne diyelim…

“Sonumuz hayır olsun” demekten başka bir şey denemiyor işte…