Ortatepe açıklamasında şu ifadeleri kullandı,“Ülkemizde 11, 12 ve 13 Nisan tarihlerinde yaşanan zirai don felaketi, artık yalnızca bir hava olayı olarak değil, doğrudan tarımsal afet olarak tanımlanmalıdır. Yaşanan zarar sadece çiftçiye ait değildir. Zincirin sonunda tüm toplumu, sofraları, ihracatı ve en önemlisi gıda güvenliğimizi etkilemektedir. Bu nedenle konunun ciddiyetini kamuoyuna anlatmak benim hem bir siyasetçi hem de bir mühendis olarak görevimdir. Zirai don denince aklımıza sadece birkaç ürün gelmemeli. Bu olay aylarca emek verilmiş bahçelerin, sabaha karşı saatlerde yapılan mücadelenin, alın terinin bir gecede yok olmasıdır. Üç tip don var. Hafif donlar 0 ile -2 derece arasındadır, orta kuvvetli donlar -2 ile -4 derece arasındadır, ancak bizim yaşadığımız don bu sınırların çok ötesindedir. Bu sene, birçok ilde olduğu gibi Eskişehir’de de kuvvetli don yaşandı. Mihalıççık’ta kiraz üretimi tamamen bitti. Sarıcakaya’da nar bahçeleri yok oldu. Tepebaşı bölgesinde sebzeler zarar gördü”
Doğanın şartları değişiyorsa, bizim de politikalarımızı güncellememiz gerekir
Ortatepe açıklamasına şu şekilde devam etti, “Bu yıl yaşanan zirai don çok farklı. Eksi 10 dereceyi görülmüş. Bu seferki zarar çok daha derin. Sahadaki dostlarımızın durumun çok kötü olduğunu söylüyor. Elma bahçelerine baktığımızda, yaprak bile kalmamış. Ağaçlar adeta çıplak kalmış. Buradan devlete açık ve net bir çağrıda bulunmak istiyorum. Bu tür afetlere karşı hâlâ kapsamlı bir tarımsal afet yönetmeliğimiz yok. Bu büyük bir eksikliktir. İllerde kurulan zarar tespit komisyonları genişletilmeli. Sadece bürokratlardan değil, sahada çalışan ziraat mühendislerinden, odalardan, meslek birliklerinden, üniversitelerden temsilciler bu komisyonlara dahil edilmeli. Ayrıca bu komisyonlara özel bütçeler tahsis edilmeli ve bir acil durum eylem planı hazırlanmalı. Unutmayalım, üretici ayakta kalamazsa gıda üretimi durur. Gıda üretimi durursa, bu sadece raflarda fiyat artışı olarak karşımıza çıkmaz; aynı zamanda ihracat kaybı, döviz kaybı ve sağlıklı beslenme kaybı olarak da önümüze gelir. Bugün yaşadığımız kayısı felaketi, sadece Malatya’nın değil, Türkiye’nin dış ticaretinin bir problemidir. Çünkü kayısı ihracatımızın yüzde 85’ini oluşturuyor ve bu yıl o ürün yok. TARSİM önemli bir sistem ama yeterli değil. Çiftçi kayıt sistemine (ÇKS) dahil olmayan üretici bu desteklerden faydalanamıyor. Ancak birçok üreticimiz hâlâ kayıt dışı. Bu çiftçilerin sisteme entegrasyonu kolaylaştırılmalı. Bilgilendirme çalışmaları artırılmalı. Yerel yönetimler, muhtarlar, tarım müdürlükleri bu konuda aktif rol almalı. Bu sadece çiftçinin sorunu değil. Bu, hepimizin sorunu. Üreticiye sırt dönersek, bir gün dönüp baktığımızda raflarda ürün bulamayacağız. Üreticinin yanında olmalıyız. Biz Yenilik Partisi olarak bu sürecin takipçisi olacağız. Hem yerel hem genel yönetimlerin, bu konuya artık daha fazla kulak vermesi gerektiğini düşünüyoruz. Zirai don bir kader değildir. Doğanın şartları değişiyorsa, bizim de politikalarımızı güncellememiz gerekir. Üniversitelerle, mühendislerle, üreticilerle birlikte oturup konuşmalıyız. Bu yıl yaşanan hasarın boyutu çok büyük. Ama en azından bu felaket bize bir şey öğretmeli. Tarım, göz ardı edilecek bir sektör değil; tam tersine, ülkenin geleceğini belirleyen ana damarlarından biridir. Bu damar tıkanırsa, hepimiz nefessiz kalırız.”