Yayıncılık dışarıdan nasıl görünüyor bilmem, ama gördüğüm ve çevremdeki insanların tepkilerinden anladığım kadarıyla “yayıncılık kolay iş!” Belki öyle ki pek çok insan kartvizitinde “Gazeteci –Yazar” ibaresini görmekten çok mutlu olur.  Gerçek o ki bir gazeteci, hiçbir zaman avukatlık, öğretmenlik, mühendislik, doktorluk gibi pek çok unvanı kullanamaz. Ama saydığım ve sayamadığım meslek unvanına sahip kişilerin bir kısmının kaderin cilvesi bir gazetede, bir dergide birkaç yazısı yayınlansa kendisinin yazar- gazeteci olarak anılmasından hoşnut olduğuna çok tanık olmuşuzdur… Kısacası herkesin yapabileceğine inandığı ama işin gerçek boyutlarıyla yapılması gündeme geldiğinde olamadığı gazetecilik-yayıncılık sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Yayıncılık çoğu kez yaşamdan fedakarlık, bazen mutluluktur, bazen hüzün, bazen gözyaşıdır…

Yayıncılık denildiğinde, en önemli kalemlerden birisi televizyon yayıncılığıdır. Televizyon yayıncılığı da herkesin sadece ekran yüzü olmak istediği bir alandır. Peki, yeterli mi? Hiçte değil. Teknik ekipmanlardan, muhabirliğine,  montajına, görüntü yönetmenliğinden kamera arkasına, editörlüğüne, işin finansmanına kadar uzanan uzun ince bir çizgidir televizyonculuk. Hele bu işleri bir de yerel de yapıyorsanız işiniz bir o kadar daha zordur.

İşte o uzun ince çizgide 26 yıldır yayın yapan ve Eskişehir’in ilk özel televizyonu olan Kanal 26 dün 26’ıncı kuruluş yıldönümü kutladı. Dile kolay 26 yıl… Kesintisiz yayın yapmak öyle her fedakarlıkla ölçülebilecek bir şey değil.  Nice yıllara Kanal 26…

+++

KALDI GERİYE 48 SAAT…

Eskişehirspor için geri sayım sürüyor. Bundan daha 4 ay önce nede umutlanmıştık. Eskişehirspor nihayet bu şehrin değerleri üzerinden yükselecekti. Düşsek bile yeniden küllerimizden doğacak, Türk futbol tarihine yeni altın sayfalar ekleyecektik. Bütün olumsuzluklara rağmen en azından umudumuz vardı. Özeçoğlu başkanlığındaki yönetim çabuk pes etti. Söylenilenler ile buz dağının gerisinde kalanları hesap edemedik. Transfer yasağı puan silme cezalarının kapıya dayanmış olması, en kötüsü finansman umudu hepsi bir anda tarumar oldu. Sonuçta bugünlere geldik. Bugün şehrin üzerinde tam anlamıyla ( taraftar hariç) bir ölü toprağı mevcut. Şu siyasi, bu milletvekili, bu bürokrat, şu oda başkanı, bu STK temsilcisi demiyorum. Şehrin neredeyse tüm aktörleri inanılmaz bir suskunluk içerisinde olmasıdır kast ettiğim. İşte acı olan da bu ya zaten…

Hep geçmişle hesaplaşmak, yarına dair bir şey yapmamak, yapamamak ile bir yere gelemedik. Sonuçta bu şehrin en büyük marka değeri göz göre göre eriyip gidiyor. Dedik ki kulüp “yoğun bakımda” kimse aldırış etmedi. “Kulüp komada” ses veren çıkmadı. “Kulüp son nefesini vermek üzere”  dedik yine aldırış eden yok. Peki, neden böyle oldu?

 Taraftarın çaldığı bütün kapılar neden taraftarın yüzüne duvar oldu? Şunun şurasında 48 saatten biraz daha fazla süre var, ancak “umut var mı?” diye soracak olursanız işte orada duruyoruz, sağımıza, solumuza, önümüze, arkamıza bakıyoruz kimseden ses seda çıkmıyor, mutlarda yavaş yavaş tükeniyor. Güneş batıyor, hava kararıyor. Bu karanlık gecenin elbette bir aydınlık sabahı olur ama o zamanda aydınlık sabaha kimler erişir, kimler erişemez onu da bilemiyorum…