Ne hissettiğimi tartamadığım, iki duygunun arasında birçok cümlenin, isyanın, çığlığın, haberin gözümün önünden, hatta kulaklarımdan kayıp gittiği, hatta gidemediğini gördüğüm günler… Yaşım kadar bir acı bu. Ama candan öte canlar yakan binlerce acının hikâyesi.

Acının katledilen şehitlerimiz kadar değil,

O kayıp ile yüreği yanan milyonlarca insanın sızısı kadar olduğu bir duygu… Bizim dediğimiz topraklarda mayalanan bir terörizm zehri…

Neredeyse her akşam şu kadar şehidimiz var, başımız sağ olsun haberini dinleyerek geçti çocukluğum, gençliğim…

Şehit cenazelerini izlerken ağlayarak geçti.

Sonra en yakın arkadaşımızı şark görevinde şehit vererek darmadağın etti bizi.

O bölgeye giderken kafamda kalıplaşmış bir doğu kavramı vardı.

Ama orada yaşamaya başlayınca terörizm ve kürt olma kavramlarını ayrı ayrı tahlil edebilmeyi öğrendik.

Sonra terörizmin neden özellikle ve kolaylıkla oralardan adeta nüfuz edildiğini…

Askerin, polisin, öğretmenlerin, öğrencilerin hatta sivil vatandaşlarımızın hedef alındığı, şehit edildiği tam 40 yıl…

Tabii ki bu ayrı bir konu başlığı…

Bugün bu acıya farklı bir pencere açalım istiyorum.

Olmasaydı ne olurdu?

Bugün gelinen noktada, Türkiye yıllar sonra belki de gerçekleşecek bir rüyanın eşiğinde…

Her şey 01/10/2024’te Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli’nin DEM partili vekillerin meclis sıralarında yanlarına giderek ellerini sıkması ile başladı.

Herkes birbirine baktı, kulaktan kulağa konuştu.

“Ne oluyor?” derken bu hamleyi Bahçeli’nin öylesine yapmayacağını herkes biliyordu.

Sakince beklemeye başladık ülkece.

Devamı çabuk geldi.

22 Ekim’de MHP grup toplantısında Bahçeli’nin kürsüde yaptığı konuşma ülkenin gündemine öyle bir düştü ki çok bilinmeyenli bu sürecin ilk çığlığı şehit ailelerinden geldi.

“Öcalan nasıl çıkarılır ve meclise konuşma yapması için davet edilir?”

Kim onlara haksızsınız diyebilir ki?

Bahçeli der mi?

Demez illa ki… Demedi de…

Ama bu konuşmaya Cumhurbaşkanı Erdoğan da destek verince çizilen resim ortaya çıktı.

Pazarlıksız, ama’sız, lakin’siz bir anlaşma…

“Terör örgütü Öcalan’ın işareti ile kendi kendini lağv edecek ve saldırılarına son verecek.”

Mevzunun ana başlığı bu.

Şimdi istatistiklere göre tam 15 bin şehidimiz var ve 47 bin terörist öldürüldü.

Ülkeye maliyet iki trilyon dolar…

Terör olmasaydı bu paraya neler yapılabilirdi sorusu geliyor aklıma.

Örneğin Avrasya Tüneli’nin maliyeti 1.2 milyar dolar.

Şimdi o bölgenin bundan kırk yıl öncesini getiriyorum gözümün önüne.

İki milyar doların bölgeye yatırım yapılarak harcandığını düşünürsek…

İstihdam, eğitim, sanat hatta tarım ve hayvancılığın çok daha modern şartlarda gerçekleştirilebildiği bir Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu… Bölgedeki yeraltı kaynaklarının vatandaşların ve ülkenin yararına kullanılabilmesi...

Bunların olmuş olması demek refah ve mutluluk demek.

Refah ve huzurun olduğu bir atmosferde terörizm tutunabilir mi?

Tabii ki hayır…

Varlık huzurun teminatıdır.

Aidiyet hissidir.

Bölgenin turizminin artması demek ülkeye de katma değer demektir.

Nüfus artışı zaten kültürel olarak dinamiğini korurken, tüm bu olması gerekenlerin o yıllardan itibaren olabilmesi ne büyük zenginliktir.

Aklıma şu deli kanaatler geliyor.

“Hastalığın bitmesini ilaç yapanlar istemez” der eskiler..

Çatışmanın, savaşın ve katliamın bitmesini istemeyen, kaostan beslenenler barış düşmanı olanlar kimler?

Silah tüccarları mı?

Dünyada ortalama otuz ayrı noktada devam eden savaşlar varken, Türkiye’nin kendi toprakları içerinde kırk yıldır devam eden bu çatışmalara son verilmesi de ne büyük başarıdır bunu tarif etmek mümkün değil.

Bu sulh atmosferi ülke ekonomisinin girdiği türbülans ortamından da çıkması demek diye düşünüyorum.

Yani yürek terazimin bir kefesinde hiç geçmeyecek ve unutulmayacak bir acı var, diğerinde ise ülkemin bekası…

Milletin ve devletin hayrına olacak her şey bize büyükçe yutkunmayı gerektiriyorsa da şüphesiz geri durmayız.

Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti…