İki gün önce bir kez daha Cumhuriyet’in doğum gününü kutladık. Şehrin sokaklarında gezerken Eskişehir’in her köşesinde dalgalanan Türk bayraklarını gördüm. Kimi apartmanların tüm cephesi kırmızıya boyanmıştı, kimi dükkânların vitrinlerine özenle yerleştirilmişti bayraklar.

Bu yıl Cumhuriyetimiz 102 yaşına bastı. Yüz iki yıl… Dile kolay. Bir insanın ömrüne sığmayacak kadar uzun, ama bir millet için gençliğin hâlâ ilk çiçeği. 102 yıl önce verilen karar yalnızca bir yönetim şeklinin değişimi değildi. Kadının, erkeğin, öğrencinin, köylünün, işçinin, gazetecinin, öğretmenin söz sahibi olduğu bir yaşam biçiminin ilanıydı.

Ben bir kadın gazeteci olarak, her gün kalemime güvenerek söz söyleyebiliyorsam… Kendimi ifade edebiliyor, meydanda da, masada da, sokakta da fikrimi savunabiliyorsam… Bunun kapısını açan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Ona borcumuz kelimelere sığmayacak kadar büyük.

Son yıllarda ilginç bir değişime de tanıklık ediyoruz. Bir zamanlar Cumhuriyet ve Atatürk ile mesafeli duranlar bile bugün ortak bir paydada buluşuyor. Kimileri bunu “toplumsal olgunlaşma” olarak adlandırıyor. Kimileri “gecikmiş bir yüzleşme.” Ben ise başka bir şey görüyorum: Zaman geçtikçe, Cumhuriyet daha iyi anlaşılıyor.

Çünkü bugün özgürce konuşabilmemizin, hangi partiye oy verdiğimizi korkmadan söyleyebilmemizin, sosyal medyada düşünce yazabilmemizin bile temeli Cumhuriyet’tir.

İşte bu yüzden geçtiğimiz gün Eskişehir’de düzenlenen kutlama etkinliklerinde, siyasi görüşlerin birer gölgeye dönüştüğüne, insanların omuz omuza yürüdüğüne şahit olduk. Aynı alanda, aynı marşı, aynı gururla söylediler. Sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler, yaşlısı genci, öğrencisi, işçisi… Herkes oradaydı. Siyasi yelpazenin sağında da solunda da duranlar, bir günlüğüne değil, belki de içten bir bilinçle “biz” oldular.

Hatta yalnız Eskişehir’de değil, Türkiye’nin dört bir yanında binlerce kişi Anıtkabir’e aktı. Ankara’da yükselen kalabalığın görüntüleri, yalnızca bir anma değildi. Bir bağın yeniden güçlendiğinin fotoğrafıydı.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” O gün belki bazıları bu sözün yalnızca bir temenni olduğunu düşündü. Ama bugün görüyoruz ki:

Cumhuriyet yalnızca bir yönetim biçimi değil, bir sevgi biçimi.

Bir aidiyet duygusu.

Bir umut.

Ve bu umut, her kuşakta yeniden yeşeriyor.