Eskişehir… Kimine göre öğrenci şehri, kimine göre huzurlu bir Anadolu kenti. Kültürüyle, sanatla iç içe sokaklarıyla, genç nüfusuyla övünülen bir şehir. Ama bir de görünmeyen, dillendirilmeyen bir çilesi var bu güzel şehrin: Trafik.

Sabahları kalkan her göz, akşam olunca kapanana dek bir trafik mücadelesiyle karşı karşıya kalıyor. İster yürüyerek çık sokağa, ister otobüs durağında bekle, ister direksiyon başına geç. Bu şehirde ulaşım bir sınav gibi. Herkesin sinir uçlarına dokunan, planlarını bozan, sabrını törpüleyen bir sınav…

Geçtiğimiz günlerde iş yerindeki arkadaşlarla konuşurken konu yine aynı yere geldi. Tramvay… Şehir içi ulaşımın bel kemiği gibi sunulsa da, Eskişehirliler için ulaşım tam bir kabusa dönüşüyor. Özellikle çarşı durağı… Evet, kalabalık. Kabul. Ama her sabah aynı noktada tramvayın beş dakika beklemesi, ardından makas değiştirmek için en az on dakika daha durması, insanların hayatından çalınan dakikalar anlamına geliyor. Her biri sabah sabah dakikalarla yarışan insanların ömründen düşen zaman.

Uluönder tarafına geçtiğimizde ise başka bir tablo çıkıyor karşımıza. Otomobiller, her iki dakikada bir gelen tramvay yüzünden uzun uzun kırmızı ışıkta bekliyor. Bazen üç bazen dört tramvay geçene kadar hareket edemiyor araçlar. Ve bu sırada içlerinde kimler var, düşünelim: Sabah 08.30’da hastanede randevusu olan yaşlı bir teyze, çocuğunu kreşe bırakmaya çalışan bir anne, işe geç kaldığını bildiği hâlde çare üretemeyen bir çalışan…

Ve bu trafik yalnızca sabah saatlerine özgü değil. Günün her anında bir karmaşa, bir telaş, bir huzursuzluk hâli. Şehir planlaması yapılırken göz ardı edilen yaya yolları, daraltılan kavşaklar, trafik ışıklarına hiç uymayan sinyal süreleri… Her biri zincirleme etkilerle büyüyor, şehirde yaşamayı değil, şehirde hayatta kalmayı zorlaştırıyor.

Peki sadece toplu taşıma mı sorun? Hayır. Eskişehir’in bir başka kanayan yarası da motokuryeler. Kimseyi hedef göstermeye niyetim yok. Çünkü onlar da bu sistemin içinde ezilen bir başka kesim. Gençler… Çoğu üniversite çağında. Elinde diploması bile yokken hayatı öğrenmeye çalışan, geçim derdine düşmüş çocuklar. Ama ne yazık ki ekipmansız, eğitim eksikliğiyle, hız baskısıyla trafiğe karışıyorlar. Aralardan sıyrılıyor, kırmızı ışıkta hızla geçiyor, bazen canını hiçe sayıyorlar. Göz göze geldiğinizde hâlâ çocuk olan bir yüz görüyorsunuz. Ve içiniz burkuluyor.

Kızmak kolay. “Trafik böyle, insanlar sabırsız, kuryeler tehlikeli, tramvaylar yavaş,” deyip geçmek kolay. Ama çözüm üretmek zor. Çünkü bu şehirde sorun sadece yollar değil. Bu şehirde sorun; yönetimlerin plansızlığı, teknolojinin verimsiz kullanımı, insanın göz ardı edilmesi. Şehir, insan için var olmalı. Ama burada sanki insan, şehre ayak uydurmaya zorlanıyor.

Her gün aynı karmaşayı yaşarken, sabır taşına dönen binlerce insan sessizce direniyor. Çünkü başka çareleri yok. Ama artık bu sessizliğin içinde yükselen bir çağrı var. Eskişehir nefes almak istiyor. İnsan gibi yürümek, zamanında ulaşmak, stres olmadan yaşamak istiyor. Ve bu çok mu fazla?

Belki bir sabah, bir tramvay vaktinde gelir. Belki kırmızı ışık sonsuza kadar yanmaz. Belki bir gün bu şehir, insanı önceleyen bir sisteme kavuşur. O gün gelene kadar biz sadece sabretmeye değil, ses çıkarmaya da devam etmeliyiz. Çünkü trafik sadece bir ulaşım sorunu değildir. Trafik, bu şehrin vicdanıdır.