Taş ve madden ocaklarının işletmeye açılmasında, ormana ve çevredeki bitki örtüsüne fiilen verilen zararların ötesinde işletmenin devamında ve sonrasında da birçok zararı olduğu ortaya çıkmıştır.
2004 yılında değiştirilerek korumacı maddelerden arındırılan Maden Yasası’nın ardından başlayan madencilikle, dağ, taş ve ovalar adeta köstebek yuvasına döndürüldü.
Ülkemizde mevcut 85 bin taş ocağı, Türkiye genelinde, ormanlar, sular, tarım alanları, hayvancılık ve tarihi mirasın yanında, yaşam alanları, tehdidi altındadır.
NASA uzmanlarının, yaptığı araştırma sonuçlarına göre, Türkiye'de toprakların bilinç dışı kullanımıyla, 2040 yılında, çölleşme tehlikesi yaşanacağı uyarısında bulunuldu. Madencilik, özellikle de taş ocakları, bu tehlikeyi daha da öne çekecektir.
Taş Ocakları çevreye ciddi zarara verirken, “ Gerekli Değildir” kararı, taş ocakları ile ilgili projenin önemli çevresel etkilerinin olmadığı ve ÇED Raporu hazırlanmasına gerek olmadığını belirten karardır
Oysa bilim insanlarının uyarıları, kamuoyunun tepkisine rağmen, taş ocakları hız kesmiyor. Yetkililerin denetlemekte ve önlem almakta yetersiz kaldığı taş ocaklarının ve madenciliğin sonucu ortaya çıkan tahribatsa küçümsenmeyecek boyuttadır.
Nitekim İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Doğan Kantarcı, yerleşim alanlarının yakınında, bağ, bahçe, zeytinlik ve orman alanlarında, açık ocak işletmeciliğinin, telafi edilemeyecek zararlara neden olduğuna dikkat çekiyor.
Ayrıca Sayın Prof. Dr. Kantarcı ,“İşletmelerde yapılan patlatmalar çatlak/mağara sistemini bozar, çökmeler su yollarının değişmesine, suyun derinlere kaçmasına sebep olur. Sonuçta su kaynaklarını kullanan çiftçiler ile yerleşim alanları ve diğer tesisler zarar görürler” uyarısında bulunuyor.
Yine Sayın Prof.Dr. Kantarcı’ ya göre, açık taş ocağı ve maden ocağı işletmeciliği birçok yerde kaçınılmaz bir işletme yöntemi olarak karşımıza çıkıyor. Kazı, aktarma ve taşıma araçlarının gücü ile kapasitelerinin gelişmesi, açık ocak işletmelerinin yaygınlaşmasına sebep oluyor.
Ayrıca olumsuz etkilerinden dolayı, açık taş ocağı işletmelerinin, ormanlar ve su üretim alanları dışında, yerleşim alanlarının uzağında ve ağaçlandırılamayacak olan kayalık arazide açılması gerektiğini vurgulayan Sayın Prof.Dr.Kantarcı, “Taş ocağı ruhsatları bölgenin, taş ocağı ve kırma taşa olan ihtiyacı belirlenerek ve arazinin özellikleri göz önüne alınarak yapılacak bir plana göre verilmeli” önerisinde bulunuyor
Taş ocağı işletmelerinde, yapılan patlatmalar çatlak/mağara sistemini bozar, çökmeler su yollarının değişmesine, suyun derinlere kaçmasına sebep olur Bu çatlak/mağara sistemi yağış sularını kaynaklara, düdenlere, yeraltı sularına taşır
Eğimli araziye yığılan materyaller, hemen veya bir süre sonra, yamaç aşağı kaymakta ve aşağıdaki değerli araziyi veya dere yatağını da kullanılmaz hale getiriyor.
Yığılan materyal taşınmasa bile yağış suları toz ile kil bölümünü akarsulara, göl veya denize taşıyor. Kil ve toz, suda kısa sürede çökmediği için, balıkların ve balık yavrularının solungaçlarına girerek, tıkamakta ve ölümlerine sebep oluyor.
Taş ocaklarında toz daima vardır. Çünkü tozu önlemek veya bastırmak için sözü edilen torba filtreler ve ıslatma yöntemleri ya hiç kullanılmaz veya pek bir işe yaramaz.
Özellikle kurak yörelerdeki kireçtaşı ocaklarında, toz kalkmasını önlemek için materyali ıslatmak gerekir. Ama su yetersizdir. Islatma suyu da hızla buharlaşır. Toz yerleşim alanlarında konu ile ilgisi olmayan insanların sağlığını olumsuz etkiler.
Taş ocaklarının, meydana getirdiği toz, bitki yapraklarını, kaplayarak solunumu ve fotosentezi engeller. Çiçeklenme döneminde döllenmeyi önler ve meyve oluşumunu azaltır.
Gürültü kirliliği ve toz, artar, kamyon nakliyatından ötürü trafik artışı yaşanır. Toprağın sedimantasyonu ve erozyonu, patlatma ve hava şoklarından doğan sarsıntılar, katı atıkların oluşması ve bertaraf edilmemesi, hava ve su kirliliği, gibi sorunlar da yaşanır
O nedenle de Taş Ocakları içinde ÇED raporu zorunlu olmalıdır
Çünkü oluşacak tehlikelerden, birinci dereceden bölge halkı zarar görecek. O nedenle de ÇED raporu hakkında, çevre halkının da mutlaka görüsü alınmalı hazırlanan ÇED Raporundan da bilgi sahibi olmalıdır.
Çünkü ÇED 'in amacı; ekonomik ve sosyal gelişmeye engel olmaksızın, çevre değerlerini ekonomik politikalar karşısında korumak, planlanan bir faaliyetin yol açabileceği bütün olumsuz çevresel etkilerin önceden tespit edilip, gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamaktır. Sağlıklı karar vermelerini sağlamak için, onlara projelerden kaynaklanabilecek çevresel etkileri net bir şekilde göstermektir.
ÇED raporlarının, gerçekleştirilmesi planlanan projelerin, çevreye olabilecek olumlu, ya da olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ve teknoloji alternatiflerinin saptanarak değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve denetlenmesinde sürdürülecek çalışmaları belirlemek amaçlanmaktadır
Öte yandan iyi işleyen bir ÇED sürecinin, şeffaf tabiatı sayesinde, halka/diğer ilgili taraflara danışarak ve olabildiğince gerçekleştirilmesi istenen projeye ilişkin ve geniş çapta bilgi toplayarak, projenin uygulanması sırasında, ortaya çıkabilecek olası problemler, henüz projenin tasarım aşamasında çözülebilir veya hafifletilebilir.
Aslına ÇED, bütün ilgili tarafların bir araya geldiği ve görüş, kaygı ve önerilerini ortaya koyabildikleri demokratik ve şeffaf bir süreçtir. İlgili taraflar bu süreç içerisinde ortaya koydukları teknik bilgi ve görüşlerle projenin, en optimal şekilde gelişimine katkı sağlarlar.
Ancak hazırlanan ÇED, genellikle tek taraflı hazırlandığından, bölge halkı ve kamuoyu bilgi sahibi değildir. Kaygıların da en büyük nedeni budur. O nedenle de madenler ve taş ocakları, ÇED raporları, kamuoyu ve çevre halkı ile paylaşılmalıdır.