2024 verileri elimizde. TÜİK’in “İstatistiklerle Aile” raporuna göre Türkiye’de hane halkı büyüklüğü 2008’de 4 kişiyken, bu sayı 2024 itibarıyla 3,11’e düşmüş. Şırnak, Şanlıurfa, Batman gibi iller hâlâ 4 kişilik haneleriyle başı çekiyor. Ama batıya geldikçe tablo dramatik biçimde değişiyor. Eskişehir, Giresun ve Çanakkale gibi şehirlerde bu rakam 2,5 kişiye kadar inmiş durumda. Peki bu sadece evde kaç kişinin yaşadığına dair basit bir istatistik mi? Hayır. Bu rakamlar, Türkiye’nin geleceğine dair sessiz bir çığlık aslında. Çünkü küçülen hane halkı, kaybolan aile yapısının, yıkılan ev hayallerinin ve çöküşe sürüklenen demografik yapının açık göstergesi.

Bugün ev kurmak, gençler için Everest’e tırmanmak kadar zor bir iş. Orta halli bir düğün ve ev düzeni için 2 milyon lirayı gözden çıkarmanız gerekiyor. Düğün salonu, kuaför, gelinlik, damatlık, ev eşyası, kiralık ev, taşınma, beyaz eşya, dekorasyon… Liste uzayıp gidiyor. Bunların hiçbiri abartı değil. Bugünün piyasasında en ortalama düzeyde yaşamayı hedefleyen bir genç çift bile borçsuz ev kuramıyor.

Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan gençler, daha en başta duvara tosluyor. “Aile kur” diyoruz, ama bu ailenin ne barınacak bir evi var, ne oturacak bir koltuğu, ne de o koltuğa uzanacak ekonomik huzuru. Hâl böyle olunca, gençler ya evlilik hayalinden vazgeçiyor ya da çok geç yaşta, belirsiz koşullarda evleniyor. Her ikisi de toplumu doğrudan etkileyen birer kırılma noktası.

Bu sadece bireysel bir sorun değil. Türkiye için bir beka meselesi hâline gelmiş durumda. Çünkü evliliklerin azalması, doğurganlık oranlarını da aşağıya çekiyor. Doğurganlık hızı yıllardır düşüyor ve birçok şehirde nüfusun kendini yenileme düzeyinin altına inmiş durumdayız. Eskiden “kalabalık aile” olarak görülen yapı, bugün neredeyse efsane gibi kaldı.

Küçük haneler, çocuk sayısındaki azalmayla birleşince Türkiye’nin genç nüfus oranı da düşmeye başlıyor. Uzmanlar yıllardır uyarıyor: “Genç nüfus avantajını kaybediyoruz.” Bu uyarı artık bilimsel bir veri, bir grafik değil; hayatın ta kendisi. Türkiye yaşlanıyor ve biz hâlâ gençlerin evlenmesini sağlayacak, aile kurmasını kolaylaştıracak gerçekçi politikalar üretmiyoruz.

Evet, zaman zaman birtakım teşvik paketleri açıklanıyor. Ama ne kadar etkili? 150 bin lira faizsiz evlilik kredisi ile 2 milyonluk bir evlilik yükü karşılanabilir mi? Hayatını tek maaşla sürdürmeye çalışan gençler, bu krediyi nasıl ödeyecek? Üstelik bu destek sadece seçilmiş koşulları taşıyan bir azınlığa veriliyor. Herkesi kapsayan, gerçekçi ve sürdürülebilir bir çözüm hâlâ ortada yok.

Aileyi korumak söylemle olmuyor. Gençlere yol göstermekle, “evlenin, çoğalın” demekle bu iş çözülmüyor. Aileyi korumak, onun temellerini ekonomik olarak sağlamlaştırmakla olur. Gençlerin sırtına ev kurma yükünü, geçim derdini, kira savaşını, enflasyon cehennemini yıkarak aileyi büyütemezsiniz.

Eskişehir gibi bir şehirde, 2+1 bir daire için yaklaşık 15-30 bin lira kira isteniyor. Ev bulmak neredeyse imkansız. Bulduğun evi döşemek zaten başlı başına bir mucize. Hal böyleyken yeni evli çiftler, aile büyüklerinin yanına taşınmak zorunda kalıyor ya da nikahsız, eşyasız, plansız birlikteliklerle “idare etmeye” çalışıyor. Bu da aile kavramını sadece ekonomik değil, kültürel ve sosyal açıdan da erozyona uğratıyor.

Bugün bir evde çoğu zaman yalnız bir birey yaşıyor. Çünkü bir araya gelmek, birlikte yaşamak artık maliyetli. Eskiden üç çocuklu bir ailede kardeş kavgaları olurdu. Şimdi çoğu evde çocuk sesi duyulmuyor. Çünkü o çocuk hiç doğmuyor.

Ekonomi sadece cebimizi değil, geleceğimizi de şekillendiriyor. Gençler evlenemiyor. Evlenen çocuk yapamıyor. Çocuk doğsa bile iyi bir gelecek sağlayamıyor. Bu da demek oluyor ki, Türkiye artık nüfusuyla değil, yalnızlığıyla büyüyor.