Eskişehir’in Sivrihisar ilçesine bağlı Kaymaz Mahallesi, son yıllarda maden faaliyetleriyle adından sıkça söz ettiriyor. Bölge, Koza Altın İşletmeleri A.Ş.’nin yeni projeleri kapsamında yeniden gündeme geldi.
Şirketin, Çanakkale’den çıkarılan cevheri günde 150 kamyonla Kaymaz’a taşıyarak burada işlemeyi planladığı belirtiliyor. Kamyonların güzergâhı belli; yükleri ağır, tozları, gürültüleri ve beraberinde getirdikleri endişe büyük.
Kaymaz’da Türkiye’nin 3. Devasa atık barajı yapıldı. Şimdi planlanan, Çanakkale’den çıkarılan cevherin Kaymaz’a taşınarak burada işlenmesi. Yani başka bir bölgenin yükü, Eskişehir’in toprağına, suyuna, havasına bırakılacak.
Sarıcakaya’da durdurulan altın ve gümüş madeni projesinin önü ise Danıştay kararıyla yeniden açıldı. Hukukun terazisi şirket lehine ağır basarken, köylünün sesi yine rüzgârda kayboldu.
Köy meydanında konuşan yaşlı bir amca şöyle diyor:
“Otuz yıl önce buraya Yeşil Kaymaz deniyordu. Fasulyesiyle meşhurdu. Şimdi Kuru Kaymaz oldu. Ağaçlar kurudu, hayvanlarımız öldü. Su desen, elimizden akıp gidiyor.” Sözleri, sadece bir köylünün serzenişi değil; toprağın, suyun, doğanın çığlığı gibi yankılanıyor.
Altın madenciliği, doğası gereği yüksek risk barındırır. Cevherin içinden altın çıkarabilmek için siyanür kullanılır. Bu siyanür, en ufak bir sızıntıda bile yer altı sularını, toprağı, havayı zehirleyebilir.
Kaymazlılar, “Bu maden bizim köyümüzden 7/24 su alıyor, siyanür zehrini biz istemiyoruz” derken aslında sadece kendi yaşam alanlarını değil, gelecek kuşakların yaşam hakkını savunuyorlar. Çünkü doğa bir kez zehirlendi mi, geri dönüşü yoktur.
Toprak her şeyi hatırlar. Ektiğin tohumu da, bıraktığın zehri de. Bugün “kalkınma” denilerek atılan adımlar, yarının kurak tarlalarına, solmuş ormanlarına, hastalıklı hayvanlarına dönüşebilir.
Madencilik elbette tamamen yok sayılamaz, ama bir soru hep askıda kalır:
“Kazancın bedeli, yaşamın kendisiyse bu kâr kime yarar?”
Kaymaz halkı artık suyun sesini değil, kamyonların gürültüsünü dinliyor.
Fasulyenin kokusunu değil, siyanür endişesinin metalik havasını soluyor.
Ve belki de en kötüsü, doğduğu toprağa yabancılaşıyor.
Bu satırlar bir çevre haberi değil sadece; bir hatırlatma. Çünkü unutursak, bir gün hepimizin yaşadığı yerler “Kuru Kaymaz”a döner.
Ve biz, bir zamanlar yemyeşil olan toprakların ardından sadece fotoğraflara bakarak “Ne güzeldi o günler” deriz.