Sabahın erken saatlerinde sokağa çıkarsanız, şehrin asıl yükünü taşıyanları görürsünüz: Kadınları. Bir elinde çocuğunun çantası, diğerinde kendi çantası… Çocuğunu okula bırakıp işine yetişmeye çalışan, bir yandan evdeki işlerini zihninde planlayan, bir yandan da günü nasıl atlatacağını hesaplayan kadınlar.
Eskişehir, “öğrenci şehri” kimliğiyle anılsa da aslında “çalışan kadınların şehri” demek daha doğru olur. Çünkü bu şehirde kadınlar yalnızca evin değil, sokakların, ofislerin, fabrikaların, dükkanların, kısacası kamusal alanın da görünmez kahramanları.
Ama görünürlük ile değer görmek arasında büyük bir uçurum var.
Çocuğunu okula bırakan bir anne, mesaisine koşarak başlıyor. İş yerinde çoğu zaman erkek meslektaşından daha titiz, daha düzenli, daha disiplinli çalışmasına rağmen “nasıl olsa evde işi var” bahanesiyle yükselme şansı elinden alınıyor. Özel sektörde mobbing kadınların en çok şikâyet ettiği konulardan biri. Gereksiz denetimler, küçümseyici bakışlar, “sen anlamazsın” tavırları…
Ve ironik olan şu ki: Kadınlar işte eşitliği kanıtlamak için daha çok emek verirken, evde “hizmetçi rolü”nü üstlenmek zorunda bırakılıyor. Bir günün yükü iş yerinde bitmiyor, evde yeniden başlıyor. Yemek, çamaşır, temizlik… Tüm bu işlerin “kadının görevi” olarak görülmesi, kadını iki kat çalıştırıyor ama yarı yarıya değer görmesine neden oluyor.
Mobing sadece işte mi?
Hayır. Kadınlar Eskişehir sokaklarında da mobinge uğruyor aslında. Bazen bir bakışla, bazen bir laf atma olayıyla… Şehrin modern yüzüne rağmen toplumsal algılar hâlâ kadını “ikinci planda” görmeye devam ediyor.
Bir de çocuklu kadınların hikâyesi var. Çocuğunu bırakıp işe yetişmek zorunda olan, işten çıkıp çocuğunu almak için dakikalarla yarışan kadınlar… Onlar için hayat, sürekli bir koşu bandında olmak gibi. İşte verimli olmak zorundalar, evde “iyi anne” olmak zorundalar, sosyal çevrede “iyi eş” olmak zorundalar.
Kadınlar, toplumun gözünde hep bir “zorunluluklar zinciri” ile tanımlanıyor: Çalışacaksın ama evini de aksatmayacaksın. Anne olacaksın ama işini de bırakmayacaksın. Evde eş olacaksın, işte profesyonel olacaksın.
Sonra? Sonrası yok. Çünkü kendisine ait bir zaman dilimi, kendisini yalnızca “kendisi” olarak yaşayacağı bir alan bırakılmıyor.
Bu şehirde kadınlar çok. Çalışan, üreten, ayakta duran, sabahın köründe tramvaya binen, gece evde çocuk uyuturken rapor hazırlayan kadınlar… Onlar bu şehrin görünmeyen kahramanları. Ama hâlâ kamusal alanda hak ettiği değeri bulamıyor.
Eskişehir modern ve kültürlü kimliğiyle bilinse de, kadınların sırtındaki yükleri paylaşacak bir toplumsal bilinç hâlâ yeterince gelişmiş değil.
Kadının yükünü hafifletecek olan şey yalnızca yasal düzenlemeler değil, aynı zamanda toplumsal bakış açısıdır. İş yerinde adil davranmak, evde işleri paylaşmak, sokakta kadınların varlığını kabullenmek… Bunlar gerçekleşmeden “eşitlik” sadece bir kelime olarak kalacak.
Eskişehir’in kadınları her sabah şehri yeniden kuruyor. Mobingle boğuşan, eve gelip yemek yapan, sabaha kadar mücadele eden kadınlar… Onların görünmez emeği bu şehri ayakta tutuyor.
Belki de Eskişehir’in en büyük modernliği, kadınlarına gerçekten eşitlik tanıdığı gün başlayacak.