Geçen gün yaşadığım bir olay hâlâ zihnimden silinmiyor. Günlük hayatın telaşında, çoğu zaman farkına bile varmadığımız anlardan biriydi. Bir otobüs durağında beklerken, yanında engelli çocuğu olan bir anne otobüse binmeye çalıştı. Çocuğun zihinsel engelli olduğu ilk bakışta belliydi. Anne, çocuğunu sakinleştirmeye, otobüse bindirmeye çalışıyordu ama belli ki kolay değildi. Çocuğun direnmesiyle, annenin çaresizliği gözler önüne serildi.
O an beklediğim şey şuydu: İnsanların yardıma koşması. Belki bir yolcunun elinden tutup destek olması, belki şoförün biraz daha sabırlı yaklaşması… Ama olan bambaşkaydı. Şoför homurdanmaya başladı, “Hadi abla, bekletme milleti!” der gibi sabırsız ve kırıcı tavırlar sergiledi. Yolculardan ise mırıldanmalar, homurtular yükseldi. Kimse müdahale etmedi, kimse destek olmadı. Sanki ortada yaşanan durum bir “engel” değil, sadece “zaman kaybı”ydı.
İşte tam da bu noktada kendime şu soruyu sordum: Biz ne ara insanlığımızı bu kadar kaybettik?
Toplum olarak engellilere karşı “duyarlıymışız gibi” görünen bir yüzümüz var. Resmî günlerde onların haklarından bahsediyor, sosyal medyada birkaç duygusal cümle paylaşıyor, fotoğrafların altına kalpler konduruyoruz. Ama iş günlük hayata geldiğinde gerçek yüzümüz ortaya çıkıyor: Tahammülsüz, sabırsız, empati yoksunu…
Engelli bireylerin ve ailelerinin yaşadığı zorlukları anlamaya çalışmak bile çoğu zaman bize ağır geliyor. Onların yaşadığı hayatı bir günlüğüne deneyimlesek, belki sabah uyandığımız andan itibaren karşılarına çıkan engeller karşısında şaşkına döneriz. Kaldırımlarda rampasız merdivenler, toplu taşımada önyargılar, iş bulmada bitmek bilmeyen duvarlar… Ama en büyük engel aslında biziz: Gözlerimizi kaçırmamız, tahammülsüzlüğümüz, görmezden gelmemiz.
O otobüste o anne yalnız bırakıldı. Belki o an en çok ihtiyaç duyduğu şey bir elin omzuna dokunması, “Merak etme abla, biz buradayız” demesiydi. Ama biz, sabırsızlığımıza yenildik. “İşim var, geç kalacağım” düşüncesi, “Biraz beklesek ne olur” fikrine ağır bastı. İşte insanlığımızın kaybolduğu yer tam burası.
Toplumların gerçek medeniyet ölçütü; engellilere, yaşlılara, çocuklara nasıl davrandığında saklıdır. Bizim medeniyet testimiz işte o otobüste yapılmıştı, maalesef sınıfta kaldık.
Belki bundan sonra şunu hatırlamalıyız: Herkesin hayatı bir anda değişebilir. Bir kaza, bir hastalık ya da doğuştan gelen bir farklılık… Bir gün biz de o annenin, o çocuğun, o yolcunun yerinde olabiliriz. Ve o zaman tek isteğimiz, anlayışla karşılanmak, sabırlı bir bakış görmek, küçücük bir yardım eli olacaktır.