“…zira hepimiz yaşamla bağını az ya da çok kaybetmiş, kör topal idare eden insanlarız. Hatta yaşamdan öylesine kopuğuz ki, gerçek canlı hayata karşı adeta tiksinti duyuyor, bize hatırlatılmasına dahi katlanamıyoruz… İnsan olmak, yani gerçek, kendi vücuduna sahip, kanlı canlı bir insan olmak dahi bize güç geliyor bundan utanıyor, ayıp sayıyor, bildik, genel anlamda insan olmaya çabalıyoruz hep. Aslında biz ölü doğmuş yaratıklarız.”

İşte Fyodor Mihaylovic Dostoyevski bu satırları 1864 yılının Rusya’sında yazdı “Yeraltından Notlar” kitabında. İnsanın iç çatışmalarını olağanüstü şekilde yansıtan bir başyapıttır bu kitap. Şiddetle tavsiye edebilirim.

Gelelim bu satırları neden yazının en başına kondurduğuma. İkinci paragrafa geçene kadar herhalde çoğunuz bu satırların bundan neredeyse 150 sene evvel yazıldığını düşünmediniz. Sanki bizim bugünlerimizi anlatıyor çünkü. Günlük yaşamaya çalışan, ancak idare edebilen, yaşadığı hayattan zevk alamayan, mutsuz ve umutsuz insanlar haline geldik. Sokakta yürürken, toplu taşımada, markette bir etrafınıza bakın. Yüzü gülen, tebessümle bir merhaba alabiliyor musunuz? Gençlerin yüzüne bakın mesela. Ülkeye dair umutları olan kaç tanesini bulabilirsiniz? Kötü giden ekonomi, sistemsiz bir eğitim sistemi, sosyal hayatın adeta kıskaca alınması gibi yüzlerce sebep sayabilirim mutsuzluklarının nedeni olarak. Bir konsere gidememek ya da eleştirememek mesela. Hiç mi kimsenin yüzü güleç olmaz. Sahiden nasıl olsun ki? Bir yıl boyunca çalışıp belki bir telefon alabilecekler, bir spor ayakkabıya yarım aylık verecekler, basit bir kot alabilmek hayallerini süsyeleyecek ya da 20 sene çalışıp belki bir ev sahibi olabilecekler. Yaşıtları Avrupa’da bu saydıklarımı tabiri caizse parmak şıklatarak yaparken hem. Haklısınız. Nasıl güleceksiniz ki. Ben yazarken siz okurken daralıyorsunuz bu satırları belki. Ancak milyonlar olarak yaşıyoruz bunu. Hem yazmayıp ne yapacağım? İnsanlar yoksulluktan, sefaletten kırılırken ve ülkenin en en büyük derdi bu olmuşken başka ne üzerine yazabilirim. Yaşar Kemal’in dediği gibi "Bir ülkede yoksulluk varsa, onu yazmayan yazar değil, insan bile olamaz." (Bu sözün muhattabı daha yolun henüz çok başında olan ben değil, yıllarını yazmak işine vermiş sevgili meslek büyüklerimdir. Ancak benim ev ödevimdir.)

Yazık. İnsanlar ömürlerinin en güzel çağlarında başlarını dertten kaldırıp hayata bakamıyor. Güzellikler acınası sefaletlerine kurban gidiyor. Dostoyevski yine aynı kitabında “…bize daha fazla serbestlik vermeyi, ellerimizi çözmeyi, hareket alanımızı genişletmeyi, üstümüzdeki vesayeti kaldırmayı deneyin bir. Sizi temin ederim, o anda tekrar vesayet altına girmeye can atarız.” diyor.  1864 Rusya’sında bunu söylüyor.

Yıl 2022... İnsanlarımıza bir sormak lazım Dostoyevski gibi düşünüp düşünmediklerini.