Türkiye de yaygınlaşan açık maden işletmeciliğinin sadece görsel ve estetik değil, aynı zamanda ekolojik tahribata da yol açıyor. Peyzaj bütünlüğünü bozuyor, ekosistemleri parçalayarak doğal süreçleri aksatıyor. Orman ekosistemleri bozuluyor.
Türkiye de yaygınlaşan açık maden işletmeciliğinin sadece görsel ve estetik değil, aynı zamanda çevreyle ilgili tahribata da yol açıyor. Sürdürülebilir turizm, su kaynakları ve tarım da tehdit altına giriyor.
Ülkemizde, madencilik nedeniyle yaşanan doğa, çevre, yaşam alanı yağmasının halkın hiçbir çıkarına olmadığını, sadece şirketlerin kazançlarına kazanç katmaktan başka bir şey olmadığını, dünyanın çeşitli coğrafyalarında yaşanmış örnekler ortadır.
Nitekim Latin Amerika ve Afrika, bu sömürgeci zihniyetin en ağır bedelini ödemiş kıtalardır. Madencilikten petrol ve ormanlara kadar doğal kaynakların acımasızca sömürülmesi, bu coğrafyaların yalnızca zenginliklerini değil, insanlarını ve doğalarını da talan etmiştir.
Yine dünyanın en fakir ülkesi Sierra Leona, dünyanın elmas madenleri bakımından en zengin ülkesiydi. Elmas madenleri, global aktör De Beer tarafından sömürülen bu ülke insanı, yıllık yaklaşık 417 dolar gelirle yaşamak zorunda kaldılar.
Türkiye’deki altın madenciliği, 2001 yılında İzmir Bergama’da başladı. Çevre aktivistlerinin, “Toprağın üstü, altından daha değerli” uyarıları dikkate alınmadı, yargı kararlarına uyulmadı. Kazanan şirketler oldu.
Çokuluslu şirketler ülkemizde 20 farklı bölgede siyanürle altın madenciliği yapılıyor. Geriye zehirlenmiş topraklar, kirlenen dereler, katledilen doğa kalıyor. Uzmanlara göre ülkenin kaynakları sömürülüyor, talan ediliyor, altını kendi ülkelerine götürüyor, devletin payı sadece yüze birdir.
Ülkemizin, hem siyanürle toprakları kirlendi hem de değerli kaynakları yurtdışına çıktı. Şimdiye kadar Türkiye’de 500 ton altın üretildiğini söyleyen Eski Maden Mühendisleri Odası Başkanı Sayın Mehmet Torun,, “Bu ülkenin bundan bir kuruş yararı da yok. Madenlerimizi alıp götürdüler. Siyanürle topraklarımızı zehirlediler. Tarımı mahvettiler, ormanlarımızı kestiler. Bize de facialar kalıyor” dedi
Eskişehir ve Kaymaz, maden atıklarının depolanacağı bir coğrafyaya dönüştürülmek isteniyor. Proje kapsamında her gün 149 kamyon cevherin, Çanakkale’den Eskişehir’e taşınması istenilmektedir. Yapılacak olan siyanür havuzu ise çevre açısından büyük tehlikedir.
Bugün de Türkiye’nin narenciye ve sebze ihtiyacının yüzde 20’sini sağlayan Sarıcakaya vadisinde, Cengiz Holding 4,5 milyar TL harcayarak 713 hektarlık yani 941 futbol sahası büyüklüğünde alanda, 180 milyon ton kazı yaparak, patlatmalı ve açık alan işletmeciliği, siyanürlü yığın liç yöntemi ile Altın-Gümüş çıkartmak için harekete geçmiştir. ÇED alanının 542 hektarı ormanlık alanı kapsamaktadır. Bu da Sarıcakaya da ormanları ve tarımın yok olmasını beraberinde getirmektedir.
Anadolu’nun Akdeniz’i diye anılan Sarıcakaya, başlıca geçim kaynağının tarım olan şirin bir ilçedir... İklim, mikroklima özellikleri gösterdiğinde, yörede, tüm sebzeler, marul, roka, maydanoz, dereotu, soğan, salatalık, domates, ıspanak gibi tüm sebzeler yetişmektedir. Eskişehir, İstanbul ve Ankara’nın sebze ihtiyacının çok büyük bölümünü ilçeden karşılanıyor.
İkinci derecede ise meyvecilik yaygındır. Özellikle: domates, kavun, patlıcan, biber ve çilek üretilmektedir. Sonuç olarak, bu Akdeniz iklimi özellikleri, burayı hem Eskişehir yöresinden iklim olarak ayırmakta, hem de yılda 3-4 kez ürün alınabilmektedir
Sarıcakaya’da üretilen ve kullanımına da başlanan zeytinyağı, da Türkiye’nin, bir çok noktasında tercih edilir duruma geldi. Üretilen zeytinyağı, asit oranının düşüklüğü ile Türkiye’de lider olma yolunda, ilerliyor.
Eskişehir Doğa ve Yaşam Platformu, Sarıcakaya ve Kaymaz maden projeleri yaratacağı zarara karşı verdikleri mücadeleyi güçlendirerek, toplumda çevre bilincini artırmak için ciddi çaba gösteriyor. Bu alanda toplantı ve yürüyüşler yapıyor. Cuma günü yaptıkları toplantıda buna tanık olduk.
Eskişehir Doğa ve Yaşam Platformu ve Eskişehir Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği’ nin, Eskişehir’de doğayı koruma mücadelesine, kentin tüm kesimleri, özellikle de bölge halkı, destek vermeli, birlikte mücadele etmelidir.
Çünkü ülkemiz ve Eskişehir’ de insanların ve tüm canlıların yaşaması için gerekli koşullar doğada sağlanır. Doğa tüm canlıları kucaklar ve ihtiyacı olan her şeyi canlılara verir. İnsanlar ve tüm canlılar da madensiz yaşayabilir ama doğa yok olduktan sonra yaşayamaz. Bu nedenle de insanlara düşen en büyük ve öncelikli görev de varlığını borçlu olduğu doğayı korumak ve gelecek nesillere de problemsiz aktarmaktır.