Geçtiğimiz gün 25 Kasım’dı…
Takvimde yalnızca bir tarih gibi duran bu gün, aslında dünyanın yarısının acısını taşıyor. Birleşmiş Milletler’in 1999’da aldığı karar, yıllardır süregelen bir sessizliği kırmak, bir çığlığı duyulur kılmak içindi. Çünkü kadınlara yönelik şiddet, istatistiklerin soğukluğuna sığmayacak kadar sıcak bir yara, her toplumun vicdanında derin bir gölge bırakan bir insanlık meselesi.
25 Kasım’ın ortaya çıkışına sebep olan Mirabal Kardeşlerin hikâyesi, tarihin utanç sayfalarından biridir. Dominik Cumhuriyeti’nin diktatörü Trujillo’nun “Ülkede iki tehlike var: Kilise ve Mirabal Kardeşler” sözleriyle hedef gösterdiği üç kadın… İşkenceye uğradı, tecavüz edildi, öldürüldü. Ama onların susturulan sesleri, bugün milyonlarca kadının “Beni de duy” diye haykırdığı bir güne dönüştü.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verileri buz gibi:
Dünyadaki üç kadından biri yaşamı boyunca en az bir kez fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kalıyor. Bu sayı değil; bu bir kader değil; bu bir norm hiç değil. Bu, içinde yaşadığımız dünyanın kadına nasıl baktığının aynası.
Bizde ise toplumsal dil bile çoğu zaman şiddeti besleyen bir üst dil.
“Saçı uzun aklı kısa.”
“Elinin hamuruyla erkek işine karışma.”
“Eksik etek.”
“Karı gibi gülme.”
Sanki kadın doğmak zaten başlı başına bir kusurmuş gibi…
Sanki erkeklik; cesaretin, aklın, kararın tek sahibiymiş gibi…
Sözler masum değildir; düşünceyi büyütür, davranışı besler.
Toplumun hafızasına kazınmış her ayrımcı ifade, bir gün bir kapının ardında tokata, bir sokak arasında tehdide, bir evin salonunda cinayete dönüşür. Kadın ve erkeğin rollerini paylaşmadığı, gücün eşitlenmediği, eğitim anlayışının köhne kaldığı bir düzende şiddet yalnızca bir sonuçtur. Sorun kadınların değil; sorumluluk toplumundur.
25 Kasım yalnızca bir farkındalık günü değildir; bir yüzleşme günüdür. Bir ülkenin kadınlara nasıl davrandığı, o ülkenin çağdaşlık iddiasının turnusol kağıdıdır. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitsizliği sadece kadınlara zarar vermez; adaleti çürütür, demokrasiyi zayıflatır, toplumun bütün hücrelerini zehirler.
Mirabal Kardeşler bugün hayatta değil… Ama bıraktıkları miras, dünyanın dört bir yanında kadınların cesaretinde yaşamaya devam ediyor. Şimdi bize düşen, 25 Kasım’ı sadece bir anma günü olmaktan çıkarıp yaşamın tamamına yaymak. Eşitliği savunmak, dili temizlemek, zihni yenilemek, susanları konuşturmak, korkanları güçlendirmek. Her kadın duyulmayı hak ediyor. Her kadın yaşamayı hak ediyor. Ve hiçbir toplum, kadın üzerine kurulmuş bir sessizlik duvarıyla ileri gidemez. 25 Kasımda bir günün değil, bir vicdanın mücadelesini veriyoruz.
Ve bu mücadele, hepimizin.