Haziran sonunda Eskişehir’in gökyüzü bir süreliğine siyaha boyandı. Ama bu karanlık, umutsuzluktan değil; keplerden geldi.
Anadolu Üniversitesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi ve Eskişehir Teknik Üniversitesi… Üç ayrı çatıdan binlerce genç, hayata “hazır” oldukları inancıyla keplerini göğe savurdu. Stadyumlar doldu, gözler doldu. Şehir kısa süreliğine bir umut denizine dönüştü.
Ama her denizin ardından bir kıyı gelir.
Ve o kıyıya ayak basan mezunlar için hayat, coşkulu müziklerin kesildiği yerde başlıyor.
Çünkü artık diploma, bir anahtar değil.
Hatta bazen, kilide uymayan eski bir parça gibi kalıyor elinde.
Her yıl binlerce genç mezun veriyor bu şehir.
Kimisi mühendis, kimisi öğretmen, kimisi gazeteci, avukat, kimisi daha mezuniyet gecesi biter bitmez bir fabrika servisine binip işbaşı yapan işçi…
Ama hepsi aynı soruyla karşı karşıya: “Şimdi ne olacak?”
Cevap kolay değil.
Çünkü bazı bölümler, yıllar öncenin ihtiyaçlarıyla şekillendi.
Çünkü hâlâ onlarca açıköğretim kontenjanı, yüzlerce “pazarlamacılık” gibi artık reel sektörde karşılığı olmayan alanlarla dolu.
Gençler mezun olurken bile mezun oldukları bölümün karşılığının olmadığını biliyor. Ama mecbur kalıyorlar.
İstihdam yok, yönlendirme yok, çağa uygun müfredat yok.
Bir de üstüne, “İş beğenmiyorsunuz” denilerek yok sayılmak var.
Bugün, iş bulamayan gençler sadece işsiz değil.
Kimi işe girebilmek için sınavdan sınava koşuyor,
Kimi staj adı altında aylarca ücretsiz çalışıyor,
Kimi de ilk iş gününde, diplomasıyla birlikte kişiliğini de bastıran bir mobbinge teslim oluyor.
Bir hukuk mezunu, barolarda yer bulamazken;
Bir öğretmen, mülakatta elenirken;
Bir mühendis, vasıfsız işçi gibi çalışmaya zorlanırken
Biz hâlâ kaç kişi kep attı diye haber yapıyoruz.
Oysa artık bu ülkenin kep atan değil, yön veren gençlere ihtiyacı var.
Ve bu gençler, sadece “gençlik enerjisi” değil. Onlar bir ülkenin geleceği.
Onlar doğru yönlendirilmezse, sadece bireysel trajediler değil, toplumsal yoksullaşma yaşanır.
Ezberlenmiş cümlelerle değil, ihtiyaçlara göre şekillenen eğitim politikalarına ihtiyaç var.
Çocuklara, “Bir bölüm kazan yeter” demek yerine, “Ne olmak istiyorsun, nasıl mutlu olursun?” diye sorulmalı.
Üniversiteler sadece mezun vermekle övünmemeli. Mezunlarının yaşam kalitesiyle yüzleşmeli.
Her şehre bir üniversite kurmakla övünmek yerine, her mezuna bir gelecek kurmayı başarmalıyız.
Bugün kepler yere indi.
Ama o keplerin altındaki başlar dimdik mi, yoksa endişeyle eğik mi?
Sormazsak bilemeyiz.
Ve unutmamalıyız:
Bir şehrin geleceği, o şehrin gençliğinin cesaretinde saklıdır.
Ama önce onların cesaretini kırmamak gerekir.