Son dönemde Eskişehir’in en işlek caddelerindeki mağazaların bir bir kapandığına ya da devren satılık ve kiralık ilanlarının camlarında boy gösterdiğe tanık oluyoruz.

İki Eylül Caddesi, Atatürk Caddesi, Taşbaşı, Adalar, Hamamyolu, Köprübaşı…

Nereye giderseniz durum aynı.

Bir zamanlar kiralayabilmek için hava paralarının konuşulduğu bu lokasyonlardaki bazı mağazaların bile yaşanan ekonomik krizden nasibini aldığını görüyoruz.

Ekonomideki durgunluk her geçen gün artarken kulaklarımız ise aynı sözlere aşina: “Enflasyon hedeflerimiz doğrulturunda düşmeye devam edecek, ardından faizler düşürülecek ve alım gücü yükselecek...”

Hey gidi hey!

Önümüzdeki yıllara dair verilen güzel mesajlar bir yere kadar. Giden gitti zaten kalanların ise çoğunun durumu ortada ki küçük ve orta ölçekli pek çok işletme bu kışı bile nasıl geçireceğini kara kara düşünüyor.

Ne yapsınlar?

Masraflar diz boyu, işler ise kesat!

Üstelik trajik sona her geçen gün daha da yaklaşıyorlar.

Ekmek kavgasına yenik düşen onlarca işveren ve yüzlerce emekçinin halini gördükçe de içimizi derin bir hüzün kaplıyor.

Nasıl olmasın ki.

Ekonomik girdaba kapılmış hayatlar…

Ve bir daha yeşermemek üzere yok olan ümitler…

Ne de zor.

Ama belki de en zoru, durumu ailelerine anlatmaları.

Bir işletmecinin büyük umutlar ve maddi fedakarlıklarla açtığı ekmek teknesinden vazgeçmek zorunda olduğunu ailesine söylemesi yıkım değilse nedir…

Çalışanlarının da ondan bir farkı yok; daha evinin sokak kapısının girişinde başlayan bir hüzün.

Çok defa kelimelere bile gerek kalmadan hadiseyi anlatan sadece bir çift göz.

Hemen ardından ise akşam sofrasını kaplayan derin bir sessizlik.

Hani yaşamadan bilemezsin denir ya tam da öyle.