Türkiye günlerdir Gülşen’in tutuklanmasını konuşuyordu. Bence konuşmalı da. Hatta çevremde kendini muhalif olarak nitelendiren kişilerin de ‘Ekonomi ne hale geldi, bunu mu konuşacağız?’ dediklerini duyuyordum.
Elbette konuşacağız.
Çünkü mesele sadece Gülşen değil. Adalet denen kavram, gücü elinde bulunduranın sopası olarak diğerlerinin kafasına inmeye hazır bir şekilde bekliyorsa bugün Gülşen’i konuşmazsak yarın sizi veya beni konuşmak zorunda kalabiliriz.
Şimdi olayı en başa sarıp yavaş yavaş tekrar oynatalım.
Ne tesadüftür ki, aylar öncesinde yapılan bir konuşmanın videosu, tam da gündemin birileri için en çok değişmeye ihtiyacı olduğu günde servis ediliyor.
Ne tesadüftür ki, tüm Türkiye’de eş zamanlı olarak suç duyurularında bulunuluyor.
Ne tesadüftür ki, yetkilliler açıklama yapıyor, savcı harekete geçiyor, yargı jet hızında bir işlem yapıyor.
Ne tesadüftür ki, Gülşen’in gökkuşağı bayrağıyla sahnede görüntülenmesinin hemen sonrasında bunlar yaşanıyor.
Ve yine ne tesadüftür ki, festivallerin yasaklanmasını destekleyenler bu kez de Gülşen’e suç duyurusu açıklamalarında görünüyor…*
İşte tam da bu yüzden Gülşen’i konuşmalıyız.
“Ama, fakat” demeden hukukun bir gün herkese lazım olacağını düşünerek, ayarıyla oynadığın kantarın günü geldiğinde seni de tartabileceğini bilerek konuşmalıyız. Gerçekten bir gün herkesin adalete ihtiyacı olacağı için konuşmalıyız.
En nihayetinde Gülşen, dün itibariyle Asliye Ceza Mahkemesi tarafından “konutu terk etmeme ve adli kontrol şartıyla” tahliye edildi.
Şimdi akıllara şu sorular geliyor:
Eğer bir okul türünden mezun olanlara sapık demek tutuklanmayı gerektiriyorsa, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine ve akademisyenlerine hemen her gün terörist diyenler hakkında yargı neden devreye girmiyor?
Kız ve erkek öğrencilerin beraber okudukları okullara, üniversite kampüslerine fuhuş yuvası demekte bir beis görmeyenler, neden en azından bir ifadeye bile çağırılmıyor?
Soru sormuyorum elbette… Yalnızca bildiğiniz cevapları size hatırlatıyorum.
Tüm bu olaylara bakarak, eline geçen her fırsatta muhalif kesime hakaret içerikli söylemler üreten, ötekileştirenlerin, artık tükenmişlik sendromu yaşadığından emin olabiliriz.
Bu sendrom yüzünden konsol oyunu oynayıp yenileceğini anlayınca tüm tuşlara aynı anda basan çaresiz ve sinirli bir çocuk gibi akıllarına ne gelirse onu yapıyorlar. Ve elbette yine akıllarına ilk geleni yaptılar.
Kötü giden ekonomi ve karşıt bir politika üretememenin yaşattığı kan kaybından bunalan iktidar, belirli bir kesimi konsolide edebilmek için elindeki en önemli kozlardan birisi olan “kutuplaştırma” kartını masaya koydu. Yeni mağduriyetler, yeni kutuplaşmalar yaratarak kan kaybını durdurma çabasına girdi.
E artık siz de bunu yemeyin güzel kardeşim. Yedikçe karnınız ağrır.
Artık karnınızdan da konuşamayacak hale gelirsiniz.
-
*Toplumsal hafıza için kısa bir hatırlatma:
Türkiye’de son 4 ayda tam 14 festival iptal edildi.
Eskişehir’de Anadolu Fest’in yasaklanmasıyla başlayan süreçte, Niyazi Koyuncu Pendik Konseri, Zonguldak Kozlu Müzik Festivali, Munzur Kültür ve Doğa Festivali, Kazdağı Ekoloji Festivali, Zeytinli Rock Festivali, Gökçeada Meryem Ana Panayırı, ODTÜ Bahar Şenliği, Muş Metin-Kemal Kahraman Konseri, Aynur Doğan Bursa ve Kocaeli Konserleri, Başkent Kültür Yolu Festivali Mirae Konseri, Başkent Kültür Yolu Festivali Ara Malikian Konseri, Apolas Lermi Denizli ve Bostancı Konserleri ve Milyon Fest Fethiye çeşitli nedenlerle yasaklandı.
Pandemi dolayısıyla getirilen saat 01.00’den sonra müzik yasağı kalıcı hale geldi.
Tabii ki bunun gibi birçok örnek de var.
Soran olursa “Kimsenin yaşam tarzına müdahale etmiyoruz” dersiniz…