2023 yılına bir dizi belirsizlik ve umutla merhaba dedik.
Belirsizliklere yazının sonuna değinmekle birlikte önce Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyıla girmesiyle diri tutmaya çalıştığımız umutlarımızdan bahsedelim.
Kurtuluş Savaşı’nın ardından Atatürk’ün devrimleriyle laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti şiarıyla, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmayı hedefleyerek kurulan Cumhuriyet’imiz 100’üncü yılına girdi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş mottosunu yeniden benimsemek için önümüzde önemli bir fırsat var.
Atatürk’ün çizdiği laik, insan haklarına dayalı, kadın-erkek eşitliğini benimsemiş, bilimsel eğitim sistemine sahip, demokratik ve sosyal bir devlet için Cumhuriyet’i fabrika ayarlarına döndürmeliyiz.
Geçtiğimiz 100 yılda yaptığımız hatalardan dersler çıkararak, Atatürk’ün işaret ettiği çağdaş uygarlıklar düzeyini yakalamak için acilen yola koyulmalıyız.
Neydi bu yaptığımız hatalar?
Örneğin laikliğin göz göre göre rafa kalkması, bilim temelli eğitimin yerinde yeller esmesi, üniversitelerin bağımsızlıklarını kaybetmesi, sosyal bir hukuk devletinden artık hiç bahsedilmemesi, demokrasinin temel direği olan kuvvetler ayrılığı ilkesinin ne olduğunu dahi artık kimsenin hatırlamaması…
Atatürk’ün yaktığı aydınlanma meşalesini ikinci yüzyılda daha güçlü hale getirmek için yapmamız gerekenler öncelikli olarak bunlar.
Tabii tüm bunlar içinde yapılması gereken ilk şey, çoğulcu demokrasinin geri gelmesi…
Önümüzdeki seçim sürecinin ardından, olası bir iktidar değişikliğinde göreve gelecek olan hükümetin öncelikli olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni fabrika ayarlarına döndürüp, çağdaş Cumhuriyet gemisinin yelkenlerini yeniden Atatürk’ün temel ilkelerinin rüzgârıyla doldurması gerekmektedir.
Elbette geminin içinde, uzun zamandır olduğu gibi, gemiyi geriye götürmek için ellerinden geleni yapmak isteyenler de olacaktır.
Ancak son sürat ileri giden bir geminin içinde geri geri koşmaktan başka ellerinden bir şey gelmeyecek ve en nihayetinde düşerek gemiden ayrılacaklardır.
Ne olursa olsun, seçimlerin ardından göreve gelecek olan hükümetin en büyük sorumluluğu yeniden laik, demokratik ve sosyal bir Türkiye Cumhuriyeti devleti inşa etmek olacaktır.
Gelelim belirsizliklere…
Seçim sürecinin kendini iyiden iyiye hissettirmesinin en önemli göstergesi EYT’lilerin kazanılmış haklarını mücadele ile elde etmeleri oldu.
Çünkü hepimizin bildiği gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuya tümüyle karşıydı. 2019 yılında yaptığı bir konuşmada aynen şu cümleleri kurmuştu:
"Tutturmuşlar erken emeklilik. İskandinav ülkelerinin hepsi bu sistemle battı. Ve bizim ülkenin başına da bu erken emekliliği dolayanlar maalesef bunun bedelini ödeyecekler ve ödediler.
Neden erken emeklilik? Bırakalım, ne zaman emekli olması gerekiyorsa o zaman olsun ve parasını da en güzel şekilde alsın. Bu hesap, kötü bir hesaptır, şer bir hesaptır, zararlı bir hesaptır. Biz bunu politik hesaplarla yapmayız ve yapmayacağız da.
Arkadaşlarıma söylüyorum: Beni bu yola asla teşvik etmeyin. Milletimin faydası neredeyse ona varım. Milletimin ve ülkemin zararına olan şeye asla yokum. Seçim kaybetsek de yokum."
O dönemde “İskandinav ülkelerinin batmış hali bu muymuş?” diye kendi kendimize sorular sormuş ve EYT’den umudumuzu yitirmiştik.
Geldiğimiz noktada, seçim yatırımları çerçevesinde de olsa EYT’liler hak ettiklerini aldı. TÜİK’in bugün açıklayacağı verilerin ardından emekliler ve memurlar da nasıl bir zam alacak, hep birlikte göreceğiz.
Son olarak, şunu da ısrarla hatırlatmakta fayda var.
Kalıcı yaz saati uygulaması çocukları ve emekçileri psikolojik olarak yıpratmaya devam ediyor.
Artık çocuklarımızı okula şafak operasyonuna gider gibi göndermek yerine, güneşin doğduğuna ve sabah olduğuna inandırarak göndermeliyiz.
Ancak bunun için iktidara yapılan çağrılar, Meclis’e verilen önergeler sonuçsuz kalıyor.
Bari Kılıçdaroğlu’na bir çağrı yapalım. O söylediği zaman, EYT gibi ‘olmazların’ bile olduğu günlerdeyiz.
Belki kalıcı yaz saati uygulaması da aradan çıkar.
Ne dersiniz?