Geçtiğimiz aylarda Eskişehir’de bir karar alındı: yere çöp atanlara, izmarit bırakanlara ve yere tükürenlere para cezası kesileceği açıklandı. Temizlik ve kamu düzeni açısından son derece gerekli ve yerinde bir uygulama… Ne var ki geçtiğimiz gün yaşadığım bir olay, bu kararların uygulanma biçimiyle ilgili bazı sorgulamalar yapmama neden oldu.
Bir kamu kurumuna evrak işlemi için gittiğimde, dikkatimi çeken bir sahneyle karşılaştım. Kapının önünde iki genç kız, ellerinde bir tutanakla bekliyordu. İzmarit cezası yemişlerdi. Kurallara uymadıkları için elbette ceza kesilmişti, buna sözüm yok. Ama ceza ödemek için geldikleri kamu kurumunda yaşadıkları bekleyiş, bu işin ne kadar keyfi ve insani duyarlılıktan uzak yürütüldüğünü düşündürttü bana.
Kurumun içinde işler neredeyse durma noktasındaydı. Memurların bir kısmı tatlı yiyip çay içiyor, kahkaha atıyor, iş sırasını bekleyen insanlara dönüp bakma zahmetine bile girmiyordu. O öğrenciler ve daha niceleri, saatlerce sıranın kendilerine gelmesini bekledi. Evrak işleri yavaşladı, insanlar huzursuzlandı. Hepimizin zamanı kıymetli ama orada, görevli masalarının ardında bu rahatlıkla oturan memurlar için belli ki değil.
Bu tablo, aslında tek bir kurumun ya da günün sorunu değil. Türkiye’de kamu kurumlarında çalışan bazı kişilerin rahatlığı artık bir klişe halini aldı. Resmi tatillerin arife günleriyle birleştirilmesiyle oluşan uzun tatiller, öğleden sonraları iş yapılmayan bölümler, gelen vatandaşa karşı ilgisiz ve lakayıt tutumlar… Bunlar, kamu hizmetinin “hizmet” kısmını gölgede bırakan ciddi yapısal sorunlar.
Şunu da açıkça söylemek gerekir: Her kamu çalışanı böyle değil elbette. İşini layıkıyla yapan, vatandaşla empati kuran, dakik çalışan çok sayıda memur da var. Onları tenzih ederim. Ama bir kurumun birkaç kişisi bile bu sorumsuzluğu alışkanlık haline getirmişse, tüm kuruma ve dolayısıyla devlete olan güven zarar görüyor. Hele ki bu kurumlar, insanları saatlerce bekletip sonra da günü tamamlamak için koşar adım mesai bitişini bekliyorlarsa, ortada bir kamu hizmetinden çok bir “saltanat” izlenimi kalıyor.
Cezaların caydırıcılığı önemli. Fakat bu para cezalarının belediyenin genel bütçesine değil de ihtiyaç sahibi vatandaşlara aktarılması, sistemi daha adil ve anlamlı hale getirebilir. Belki de o gün ceza ödeyemeyecek durumda olan öğrenciler, cezalarının karşılığında bir kamu hizmeti yapma imkânı bulabilseydi, hem eğitici hem yapıcı bir çözüm olurdu.
Biz temiz bir şehirde yaşamak istiyoruz, evet. Kurallara uymayanın yaptırım görmesini de destekliyoruz. Ama hizmet vermekle yükümlü olanların sorumluluk bilincinden uzak, vatandaşı yok sayan rahatlıklarını görmek de artık bizleri yormaya başladı. Bu kentte adil olmak, sadece izmarit cezası kesmekle değil, kurumlarda hakkaniyetli davranmakla başlar.
Özetle; vatandaş kurallara uyacak, ama kamu görevlisi de görevini layıkıyla yapacak. Aksi takdirde “hizmet etmekle yükümlü olanlar” sadece devletten maaş alan ama halktan kopmuş birer figüre dönüşür. Ve bu kopuş, yalnızca hizmetin değil, güvenin de çöküşüdür.