Ülkemizde 17 Nisan 1940 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde kurulan Köy Enstitüleri’nin, 85. kuruluş yıl dönümünü kutluyoruz.

Eğitim alanında, kırsal kesimde yaşayan halk ile kentliler arasındaki dengeyi eşitlemek ve köy halkına, pratik bilgi vermek amacıyla 1936’ta Saffet Arıkan’ın Vekilliği döneminde, Köy Eğitmeni projesi uygulaması başlatıldı.

Askerliğini, onbaşı veya çavuş olarak yapan gençler, Ziraat Bakanlığı’nın işbirliğiyle, modern tarım tekniklerini uygulayan, Mahmudiye Devlet Üretme Çiftliği’nde yetiştirilerek köylere gönderilir. Amaç, köye, hem bir öğretmen, hem de modern üretim araçları ve tarım yöntemleri sağlamak ve eğitimin mali yükünü hafifletmektir.

İsmail Hakkı Tonguç yönetiminde başlanan bu projenin başarılı olması üzerine, 1937 ve 1939 yıllarında çıkarılan yasalarla, köy eğitmeni yetiştirme deneyimi yaygınlaştırılır. Köylü kesime yönelik bu eğitim uygulaması, hiç şüphesiz daha sonra kurulan Köy Enstitüleri için uygun koşullar yaratmış ve Köy Enstitüleri’ne geçişi kolaylaştırılmıştır.

17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri Yasası çıkarılarak, köy okullarında görev alacak olan öğretmenleri yetiştirmek üzere, kent ve kasabalardan uzak, geniş arazisi bulunan uygun yerlerde Köy Enstitüleri kurulmaya başlanır.

17 Nisan 1940 tarihinde, 3803 Sayılı Köy Enstitüleri yasası ile kurulan, Köy Enstitülülerinin sayısı 10’du. 1944 yılında bu sayı 20’ye ulaştı. 1948 yılında, Van’da açılan Ernis Köy Enstitüsü ile sayı 21 oldu. Köy Enstitülerine, öğretmen yetiştirmek için de 1942 yılında da Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü açıldı.

Dünyada  COVİD-19 ve açlık korkusuyla Köy Enstitüleri,  dünyanın yeni umudu oldu. ABD, Hindistan, Venezuela, Kore, gibi 100’ün üzerinde ülke "Atatürk Modeli" diye tüketimden, üretim toplumuna geçiş için, Köy enstitülerini örnek alan eğitim sistemlerine alarak uygulamalara başladılar.

Köy Enstitüleri, dün olduğu gibi bugün de dünyaya örnek bir projedir. Ne yazık ki ülkemizde halen önemi yeterince anlaşılamadı. Oysa  Anadolu kültürünün, tüm zenginliklerini, eğitim dizgesine katan, öğrencinin, insana dair tüm güzelliklerle donatılması ve toplumsal sorumluluğa sahip olmasını amaçlayan ve her yönüyle çevresinin ve bölgesinin, eğitim kültür merkezi olan kurumlardı.

1940’lı yıllarda üniversitelerin özerkliğinin başladığı dönem, Köy Enstitülerinin kurulduğu döneme denk gelmektedir ki bu dönemde, köy enstitüleri UNESCO tarafından, dünyaya Türk eğitimi model örnek olarak gösterilmiştir.

Londra'da 1950 yılında toplanan Asyalı öğrenciler konseyi toplantısında konuşan UNESCO başkanı, Türkiye'nin Köy Enstitüleriyle asrın eğitim projesine imza attığını belirtmiş, Birleşmiş Milletler eğitim dairesinde de  Köy Enstitüleri ile ilgili birçok belgenin ve dokümanın olduğunu, tüm dünya ülkelerine örnek gösterildiğini vurgulamıştı.

Başka ülkelere muhtaç olmadan  kendi kendine üretken, bilgi ve beceriyle donatan, bir eğitim kurumunun adı olan Köy Enstitüleri öğrencileri, pedagoji eğitimi alırken, aynı zamanda demirci, yapıcı, ya da marangozluk gibi eğitimi de alıyordu.

Köy Enstitüleri programı, çok yönlü eğitimi benimsemişti. Genel kültür ve beceriler yanında, edebiyat, resim, müzik ve spor gibi etkinlikler, her öğrencinin, doğal hakkı sayılıyordu. Her sabah güne jimnastik ya da halk oyunları ile başlanırdı.

Eğitim yaşamının tümüne, sanat, hareket ve yaratıcılık egemendi. Her öğrencinin, bir müzik aleti (genellikle mandolin) çalması zorunlu idi. Halk kültürünün, tüm malzemesi, taşınıp işleniyordu.

Köy Enstitülerde, her hafta bir eğlenti düzenlenir, bu etkinliğe yönetici ve öğretmenler de katılırdı. Bu eğlenti programları, piyes, müzik, gösteri, halk oyunu, orta oyunu vb. etkinliklerden oluşurdu. Bu etkinlikleri, çevredeki köylüler ve öğrenci velilerinden, konuk olanlar da izlerlerdi.

Köy Enstitülerinde uygulanan eğitim ve öğretim yöntemi, “öğrenciyi merkeze” koymuş ve onun etkin kılınmasını temel almıştı. Ekip çalışmaları ve bireysel etkinlikler, öğrenci kişiliğinin geliştirilmesi açısından vazgeçilmez koşuldu.

Köy Enstitüleri, eğitim modeli kişiye kendi farkına varabilirliğini kazandırıyordu. Anlıyor, düşünüyor, sorguluyor ve üretiyor. Yaptığı işin verdiği mutlulukla yaşamına anlam katabiliyordu.

Köy Enstitüleri programı, çok yönlü eğitimi benimsemişti. Genel kültür ve beceriler yanında, edebiyat, resim, müzik ve spor gibi etkinlikler, her öğrencinin doğal hakkı sayılıyordu.

Her sabah, güne, jimnastik, ya da halk oyunları ile başlanırdı. Eğitim yaşamının tümüne sanat, hareket ve yaratıcılık egemendi. Her  öğrencinin, bir müzik aleti (genellikle mandolin) çalması zorunlu idi. Halk kültürünün, tüm malzemesi, taşınıp işleniyordu.

Köy Enstitülerinde, uygulanan eğitim ve öğretim yöntemi, “öğrenciyi merkeze” koymuş ve onun etkin kılınmasını temel almıştı. Ekip çalışmaları ve bireysel etkinlikler, öğrenci kişiliğinin geliştirilmesi açısından, vazgeçilmez koşuldu.

Köy Enstitüleri; yoksulluğun, açlığın, salgın hastalıkların, bilgisizliğin pençesindeki Türk köylüsü için, bir uygarlık ve değişim eyleminin; bir sosyal devrimin ilk adımı olan BM ve UNESCO tarafında dünyaya örnek proje olarak gösterilen. Her türlü zorluğa karşında 17.342 Öğretmen, 8.756 Eğitmen, 7.300 Salık Memuru’nu Türkiye’ye kazandıran Köy Enstitüleri 17 Ocak 1954 yılında kapatıldı.

Oysa dün olduğu gibi bugünde ülkelerin örnek aldığı Köy Enstitüleri, Türkiye Cumhuriyeti, devrimler ve devrimlerle öngörülen toplumsal, ekonomik, sosyal ve siyasal dönüşümler, kalkınma, uygarlaşma ve çağdaşlaşma projesiydi. Köy Enstitüleri projesiyle de  çağdaş uygarlık düzeyi hedeflenmişti.