Bir kadın ağladığında, bir şehir susar. Ama biz, o sessizliği duymamayı tercih ederiz çoğu zaman. Şiddet, artık sadece gazetelerin üçüncü sayfalarında değil; istatistiklerde, anketlerde, hatta evlerimizin içinde. Türkiye’nin aynasına baktığımızda, bu kez yüzümüzde değil, yüreğimizde bir yara var.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın, TÜBİTAK ve TÜİK iş birliğiyle gerçekleştirdiği “Türkiye Kadına Yönelik Şiddet Araştırması”, toplumun bu en karanlık gerçeğine ışık tuttu. Veriler, ülkenin dört bir yanında olduğu gibi Eskişehir’de de tabloyu net biçimde ortaya koyuyor: Kadın, hâlâ en güvende olması gereken yerde, kendi hayatında güvende değil.
Araştırmaya göre kadınların %28,2’si yaşamlarının herhangi bir döneminde psikolojik şiddete maruz kaldı. Bu oran, yalnızca hakareti, küçümsemeyi ya da tehditleri değil; sessiz kalmayı, ilgisizliği, ekonomik kısıtlamayı, telefonuna şifre koymayı, sosyal çevreden izole etmeyi de kapsıyor. Fiziksel şiddet oranı %12,8, ekonomik şiddet %18,3, cinsel şiddet ise açıklanmayan ancak “halen yüksek düzeyde endişe verici” kategoride. Bir kadının aynı anda birden fazla şiddet türüne maruz kalabildiği düşünülürse, bu rakamlar sadece buzdağının görünen kısmı.
Yaş dağılımı incelendiğinde en çarpıcı veri şu: 35-44 yaş aralığındaki kadınların %14,7’si yaşamlarının bir döneminde fiziksel şiddete maruz kalmış. Bu oran, aile sorumluluğunun, ekonomik yükün ve çocuk bakımının en yoğun olduğu döneme denk geliyor. Yani kadın, en çok “hayatın merkezinde” olduğu yaşlarda en fazla şiddet görüyor. Bunu 45-59 yaş grubundaki kadınlarda %14,3, 25-34 yaş grubunda %11,9 oranları izliyor. Bu veriler, yaş ilerledikçe şiddetin biçim değiştirdiğini ama kaybolmadığını gösteriyor.
Araştırma, toplumun bir başka kırılma noktasına da dikkat çekiyor: Boşanmış kadınların %62,1’i psikolojik, %42,5’i ekonomik, %41,5’i fiziksel şiddete maruz kalmış. Yani boşanmak, birçok kadın için özgürlük değil, yeni bir şiddet türünün başlangıcı oluyor.
Evli kadınlarda bu oranlar daha düşük görünse de (%26,4 psikolojik, %11,6 fiziksel), şiddetin evlilik içinde de ciddi bir görünmezlik sorunu var. Kadınların büyük kısmı “yuvayı yıkmamak”, “çocukları korumak” ya da “aile baskısından çekinmek” gibi gerekçelerle yaşadıklarını saklıyor. Teknoloji hayatımızı kolaylaştırırken, şiddet biçimlerini de dönüştürdü. Bu araştırmada kapsamlı olarak incelenen dijital şiddet, kadınların %3,7’sini son 12 ay içinde etkiledi. Bu oran az gibi görünse de, dijital şiddet mağdurlarının %62,3’ü faillerin “yabancı biri” olduğunu belirtti. Yani artık şiddet sadece evin içinde değil; bir mesaj kutusunda, sosyal medya hesabında, dijital bir iz sürmede yaşanıyor.
Kadın, fiziksel olarak güvende olsa da, psikolojik olarak sürekli tehdit altında. Bir okul bitirmemiş kadınların %31,8’i ekonomik şiddete maruz kalmışken, yükseköğretim mezunlarında bu oran %8,9’a düşüyor. Bu, eğitimle birlikte kadının ekonomik bağımsızlığının ve farkındalığının arttığını, şiddet karşısında suskun kalma eğiliminin azaldığını gösteriyor.
Ancak yüksek eğitim, ne yazık ki tam bir koruma sağlamıyor. Zira araştırma, özel sektörde çalışan kadınların %34’ünün psikolojik, %21’inin ekonomik şiddete maruz kaldığını ortaya koyuyor. Bu da iş hayatında “modern mobbing”in, kadına yönelik şiddetin yeni yüzlerinden biri olduğunu düşündürüyor.
Ancak TÜİK’in kent-kır sınıflamasına göre yoğun kentlerde yaşayan kadınların %12,2’si son 12 ayda psikolojik şiddet gördü. Eskişehir’in %90’ı kent nüfusu olduğundan, bu oran doğrudan şehrin kadınlarını temsil ediyor. Yani “çağdaş bir şehir” olmak, kadınların duygusal güvenliğini garanti etmiyor. Şiddet, bazen araç sürerken bir bakışta, bazen iş yerinde bir sözde, bazen bir evin mutfağında sessizce varlığını sürdürüyor.
Eşi veya birlikte olduğu kişinin fiziksel ya da cinsel şiddetine maruz kalan kadınların verdiği yanıtlar oldukça net:
%21,7’si “erkeğin öfke kontrolü yok”,
%13,3’ü “yetiştirilme tarzı”,
%13,0’ü “maddi sıkıntı” dedi.
Bu yanıtlar, meselenin bireysel değil, toplumsal bir yara olduğunu gösteriyor. Bir çocuğa öfkesini nasıl yöneteceği öğretilmezse, o çocuk büyüdüğünde sevdiğini incitebiliyor. Yani şiddetin kökeni evde başlıyor; çözüm de yine orada aranmalı.
Şiddet mağduru kadınların %31,8’i yaşadıklarını kendi ailesinden bir kadınla paylaşıyor, %10,2’si bir kadın arkadaşına anlatıyor. Ancak %47,7’si –neredeyse yarısı– kimseye anlatmıyor. Suskunluk, bazen korkudan, bazen utanmadan, bazen de “kimse inanmaz” endişesinden doğuyor. İşte o sessizlik, şiddetin en güçlü müttefiki.
Eskişehir gibi sosyal bilincin yüksek olduğu bir şehir, bu verileri yalnızca okumamalı; eyleme geçmeli. Belediyelerin, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ortak bir farkındalık platformu kurması artık bir zorunluluk. Kadına yönelik şiddetle mücadelede en güçlü araç veri, görünürlük ve dayanışma. Bir kadının hayatını kurtaran şey bazen bir sığınma evi değil, bir “yanındayım” cümlesidir. Ve bu cümle, Eskişehir’in her sokağında yankılanmalı.
Ve son olarak, bir soruna farklı bir bakış açısı, büyük bir değişim başlatabilir; esen kalın.