Merkez üssü İstanbul olan ve 6.2 büyüklüğünde gerçekleşen depremin ardından bir kez daha gerçeği hatırladık.  Bu bir uyarıydı, hem de çok güçlü bir uyarı. Eskişehir’de de şiddetli şekilde hissedilen bu deprem sonrası Prof. Dr. Naci Görür’ün açıklamaları, aslında yıllardır duyduğumuz ama hâlâ gereğini yapmadığımız hakikatin altını bir kez daha çizdi: “Bu deprem öyle oldu, bitti, geçti denecek bir deprem değil. Türkiye, asla değişmemesi gereken gündemini tekrar hatırladı.”

Kahramanmaraş merkezli 2023 depreminin yaraları henüz tam sarılamamışken, yeni bir sarsıntının ardından hem halkta hem bilim insanlarında yükselen o tanıdık kaygı geri döndü. Peki, biz Eskişehir olarak ne durumdayız?

İşte bu soruya verilecek cevap ne yazık ki iç karartıcı.

Şehrin merkezinde, özellikle çarşı bölgesindeki bazı mahallelerinde, deprem yönetmeliklerinden önce inşa edilmiş, çatısı dahi ayakta duramayan binalar hâlâ insanların yaşam alanı. Olası büyük bir depremde, bırakın hasarı, ayakta kalması mucize olacak yapılar var. Yani risk, burnumuzun ucunda. Ancak bu riski yönetmek için bir yol haritası, kapsamlı bir eylem planı ya da siyasi partiler arasında fikir birliği ne yazık ki yok.

Ne yazık ki, Eskişehir siyasetinin içinin ne kadar boş, ne kadar göstermelik olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Siyasetçiler, halkın güvenliği için somut adımlar atmak yerine, felaket anlarında sosyal medyada boy göstererek prim kasma derdine düşüyor. Deprem gibi can yakan bir gerçeği bile siyasi şova dönüştürmekten çekinmeyen bir zihniyetle karşı karşıyayız.

Elini taşın altına koymaktan çekinen siyasetçiler, paylaştıkları cümlelerle suçu bir başkasının üzerine yıkmaya çalışıyor. Oysa en kolay olan da bu değil mi? Kendi sorumluluğunu unutturup parmakla başkasını işaret etmek. Ama unuttukları bir şey var: Bu şehir onların ego savaşlarının, makam hesaplarının değil, gerçek insanların yaşam alanı. Ve kaybolan ne yazık ki sadece projeler değil…

Kaybolan;

Vatandaş.

Hayatlarımız.

Geleceğimiz.

Kısacası, burada tek kazanan varsa o da siyasetin karanlık yüzü. Eskişehir’e tek bir fayda sağlamayan, ama her afeti kendi PR çalışmasına dönüştürmeyi marifet bilen bu anlayışla daha ne kadar ilerleyebiliriz?

Bu şehirde yaşayan biri olarak şunu çok net söylemek istiyorum:

Kentsel dönüşüm sadece bir inşaat projesi değil. Bu, yaşam hakkının korunmasıdır. Deprem öncesi alınabilecek tedbirlerin en önemlisidir. Ama bunun için sadece beton değil, bilinç de lazım. Eskişehir halkı olarak bu konuda yeterince bilinçli miyiz? Her birey, kendi binasının sağlamlığı hakkında bilgi sahibi mi? Deprem anında nasıl davranacağını biliyor mu?

99 depreminde ben henüz 3 aylıktım. Ailem, günlerce eve girememekten, beni dışarıda uyutmak zorunda kalmaktan hep korkuyla bahseder. Onlarca, yüzlerce hikâye… Yıkılan binalar, altlarında solan hayatlar. Kimi çocuğunu kaybetti, kimi eşini, kimi annesini, babasını… Biz bunları unuttukça, deprem bize kendini hatırlatıyor.

Teknoloji ilerledi, sosyal medya sayesinde bilgiye erişimimiz arttı. 2023’te sosyal medyadan gelen yardımlarla kurtarılan onlarca kişi oldu. Ama bu imkanlara rağmen GSM operatörleri yine sınıfta kaldı. Bu depremde de telefonlar çekmedi, insanlar en sevdiklerine ulaşamadı. Tepkiler çığ gibi büyüdü.

Sosyal medyadan gelen bazı tepkiler ise şöyleydi:

“Bu GSM operatörleri niye var? Her doğal afetlerde aynı şeyi yaşıyoruz.”,

"Dünyanın en pahalı hatlarını satıp en küçük sıkıntıda çekmiyorsunuz."

"Annemi aradım çalmadı, babamı aradım çalmadı, kız arkadaşımı aradım çalmadı. Büyük deprem olduğunda ne yapacaksınız?" 

Haklıydılar. Kriz anlarında çöküyorsa o sistem, zaten hiçbir işe yaramıyordur.

Bugün geldiğimiz noktada yapılması gereken çok açık:

Siyasi çıkarlar bir kenara bırakılmalı. Her kesimden insan—mühendis, mimar, öğretmen, doktor, öğrenci—depremle yaşamayı öğrenmeli.

Deprem eğitimi zorunlu hale getirilmeli. Denetimler sıklaştırılmalı.

Kentsel dönüşüm için ortak bir akıl ve kararlılık geliştirilmeli.

Bu şehir hepimizin. Ve hiçbirimiz “ben demiştim” demek zorunda kalmak istemiyoruz.

Bir kişinin daha enkaz altından çıkarılmasına gerek kalmadan, harekete geçmek zorundayız.

Çünkü deprem, sarsar.

Ama umursamazlık, yıkar.