Her şeyin “doğal” olanına dönüş çağrıları arasında, kadınların en kişisel ve en derin yolculuklarından biri olan doğum süreci de bu dönüşümün hedefinde. Eskişehir’de “Normal Doğum Eylem Planı” kapsamında yürütülen çalışmalar da bu dönüşümün bir parçası. Son olarak, Şehir Hastanesi ve Yunus Emre Devlet Hastanesi’nde görev yapan, normal doğum oranı yüksek, sezaryen ve primer sezaryen oranı düşük hekimlere ve ebelerimize İl Sağlık Müdürü tarafından teşekkür belgeleri takdim edildi. Bu törenle birlikte toplumun önüne çıkan yeni bir mesaj vardı: “Doğal olan, normal doğumdur.”
Bu mesaj, tıbbi ve bilimsel anlamda yadsınamaz doğrular barındırıyor. Ancak bir o kadar da tartışmaya açık taraflar içeriyor. Çünkü mesele yalnızca hangi doğum biçiminin daha sağlıklı olduğu değil; kimin, nasıl bir doğum deneyimi yaşamak istediğine kim karar verecek meselesidir.
Öncelikle şunu açıkça söylemek gerekir: Normal doğum, hem anne hem bebek açısından birçok avantaj sunar. Doğum kanalından geçerek dünyaya gelen bebeklerin bağışıklık sistemleri daha güçlü gelişir. Solunum yolları doğum sırasında daha etkili çalışır, doğum sonrası anneyle bağ kurma ve emzirmeye başlama süreci çok daha hızlı gerçekleşir. Anne için de iyileşme süresi daha kısa, doğum sonrası komplikasyon riski daha düşüktür.
Yani, tıbbi bir engel yoksa ve kadın kendini buna hazır hissediyorsa, evet, normal doğum elbette tercih edilebilir, hatta teşvik edilebilir. Ancak işte burada durup, büyük bir “ama” koymak gerekir.
Doğum, yalnızca fizyolojik değil; psikolojik, sosyolojik ve hatta duygusal olarak da derin bir süreçtir. Her kadın kendi bedeninde, kendi geçmişinde, kendi korkularında ve kendi arzularında başka bir doğum taşır. Kimi kadın için çocuk sahibi olmak bile büyük bir cesaretken, doğumun nasıl olacağı konusu daha da hassas bir meseledir. Bazısı için daha önce yaşanmış bir travma, bazısı için kaygı bozukluğu, bazısı için yalnızca bilinçli bir tercih olarak sezaryen, daha sağlıklı bir doğum deneyimi anlamına gelir.
İşte tam da bu yüzden, doğumda “doğru” olan tek bir şey varsa, o da kadının karar hakkıdır. Kadının sağlık durumu, psikolojik yapısı ve isteği doğrultusunda doğumu nasıl gerçekleştireceğine kendisi karar vermelidir.
Bu noktada Eskişehir’in demografik yapısına da değinmek gerekiyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Eskişehir 2024 itibarıyla doğurganlık oranı en düşük illerden biri. Ortalama çocuk sayısı 1,12. Bu, Avrupa ülkelerindeki oranlarla yarışacak kadar düşük bir seviye. Genç nüfus oranı da ülke ortalamasının altında. Yani çocuk sahibi olan kadın sayısı azalıyor, yaş ortalaması yükseliyor.
Dolayısıyla doğum sağlık politikalarının yalnızca “hangi doğum yöntemi sağlıklıdır?” sorusuna değil, “kadın neden çocuk doğurmuyor, neden doğumdan kaçınıyor?” sorusuna da cevap vermesi gerekiyor. Çünkü bazı kadınlar doğum yapmaktan değil, sistemin içinde görünmez hâle gelmekten, kendi kararlarının hiçe sayılmasından, yargılanmaktan korkuyor.
Geçtiğimiz günlerde kamuoyuna yansıyan bir olay, tüm bu hassas dengeyi tekrar gündeme taşıdı. Bir futbol maçında oyuncuların ellerine “normal doğumu teşvik eden” yazılar verilmesi, sosyal medyada büyük tepki gördü. “Bu işin futbol maçında ne işi var?”, “Kadınların doğum tercihi bir kamuoyu baskısına dönüşmemeli” gibi yorumlar yapıldı.
Bunu yapan kurum veya kişiler kötü niyetli miydi? Hayır. Ama yapılan şey doğru muydu? İşte orası tartışmalı. Çünkü bir mesaj ne kadar iyi niyetli olursa olsun, onu nerede, nasıl ve kime söylediğiniz her şeyden daha önemli olabilir. Bilgilendirme ile yönlendirme, teşvik ile baskı arasındaki farkı gözden kaçırdığınızda, kamuoyunun güvenini kazanmak yerine, tam tersi bir etki yaratabilirsiniz.
Bu konuda yapılması gereken aslında çok açık:
Kadınları bilgilendirmek, onlara tüm seçenekleri açık ve bilimsel şekilde sunmak.
Onların kaygılarını dinlemek, duygularını önemsemek.
Ve en önemlisi, son kararı onlara bırakmak.
Ebeveynlik yolculuğu, daha doğum başlamadan önce başlar. Ve bu yolculuğun ilk adımı, annenin kendini güvende ve desteklenmiş hissettiği bir karar sürecidir. Kadınlar, bedenlerine güvenerek; ama o bedene yön vermek isteyen baskılardan uzak durarak, doğumlarına hazırlanmalıdır. İşte bu, hem gerçek başarı hem de gerçek sağlık politikasıdır.
Doğumun en doğal olanı, doğayı taklit eden değil; kadının doğasına saygı gösterendir.
Her kadının doğumu farklıdır, tıpkı hikayesi gibi.
Normal doğumu yüceltirken, sezaryeni küçümsememeli.
Kadınların kararına “ama” ile yaklaşmak yerine, “senin kararın ne olursa olsun, yanındayız” diyebilmeliyiz.
Gerçek sağlık, sadece bedende değil; kararda, özgürlükte ve saygıdadır.