Eskişehir, her yönüyle gelişmeye açık, potansiyeli yüksek bir şehir. Ancak bu potansiyelin tam anlamıyla kullanılabilmesi için artık kısır siyasi çekişmelerin değil, ortak aklın kazanması gerekiyor. Özellikle Ayşe Ünlüce’nin Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na seçilmesiyle birlikte kent siyasetinde bir yumuşama havası hissedilmişti. Bu yumuşama, umut verici olarak nitelendirilebilir. Fakat tek başına umut yetmiyor; somut adımlar, etkili çözümler gerekiyor.

Kurtuluş Pazar Yeri örneği burada önemli. Evet, eksikleri var ama farklı siyasi görüşlerin ortak zeminde buluştuğu, Eskişehir adına atılmış önemli bir adım. Ancak Eskişehirliler yalnızca pazar yerleriyle değil, yaşam kalitelerini doğrudan etkileyen temel sorunlarla ilgileniyor: Trafik sorunu, özellikle Seyitgazi yolu olarak bilinen ölüm yolu hâlâ çözüm bekliyor. Havaalanı konusu ise yıllardır kangrene dönüşmüş durumda.

Bu noktada iktidar kanadından gelen TOKİ hamlesi dikkat çekici. AK Parti İl Başkanı’nın “Bahane değil hizmet üretiyoruz” diyerek yaptığı paylaşım, somut bir hizmetin vatandaşa ulaştırılması anlamında olumlu. Ancak muhalefetin, bu tür kronikleşmiş sorunlara dair çözüm üretmek yerine, yaptığı birkaç projeyi tekrar tekrar vitrine çıkarması da vatandaş nezdinde karşılık bulmuyor. Projeleri anlatmak elbette önemli ama yeterli değil. İnsanlar artık gerçek değişim görmek istiyor.

Şehir adına kararlar alınırken partisel kimliklerin değil, Eskişehir kimliğinin ön planda olması gerekiyor. Bu kentin seçilmiş milletvekilleri, meclis üyeleri ve belediye başkanları her şeyden önce Eskişehirli. Ve Eskişehirlilerin önceliği; ulaşımda, barınmada, sosyal yaşamda rahat ve güvenli bir şehirde yaşamak.

Artık Eskişehir’in kronikleşen sorunları için bahaneler değil, çözümler üretilmeli. Siyasi rakiplik değil, halk için iş birliği yapılmalı. Çünkü ortak payda Eskişehir ise, çözüm de ancak ortak akılda bulunur.

***

Bazı anlar vardır; insanın vicdanını bir tokat gibi yüzüne çarpar. Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın öncülüğünde başlatılan yardım kampanyası, tam da böyle bir anda karşımıza çıktı. Henüz 4,5 yaşında, yürümeyi değil, yaşama tutunmayı öğrenmeye çalışan minik bir yürek: Uras. Kas hastalığı DMD ile mücadele ediyor. Annesi Yalova Hâkimi Özlem Yalçın Doğru’nun yüreğindeki fırtınaları düşünün bir de. Adaletin içinde bir annenin çığlığını duyduk bu kampanyayla.

Toplum olarak yardımseverliğimizle övünürüz, haklıyız da. Ama bazen yardımın yönü sapabiliyor. Şehrin köşe başlarında, genç yaşında elini kolunu sallayarak dolaşan ve kolay yoldan para kazanmayı tercih eden insanların önünde uzanan yardım elleri, aslında ihtiyaç sahiplerine ulaşmıyor. Oysa gerçekten ihtiyaç duyan bir kesim var; hastane odalarında, evlerinin köşesinde, gözünü pencereye dikmiş bekleyen çocuklar. Onlar ses çıkarmaz. Ağlamaz, bağırmaz. Sadece yaşamak ister.

Eskişehir’de SMA gibi kas hastalıklarıyla mücadele eden onlarca çocuk var. Hepsi bir umut bekliyor. Bir kampanya, bir bağış, bir ilaç, belki de bir mucize. Uras yalnız değil, ama onun gibilerin sesi çoğu zaman gürültünün arasında kayboluyor. Bizler yardımı seven bir milletiz; ama artık yardımın gerçekten hak eden yere gitmesi için bir vicdan süzgecine ihtiyacımız var.

Dilenciliği bir meslek hâline getiren, emeği değil duyguları istismar edenlerin yerine; hayata tutunmaya çalışan o minik bedenleri, o kocaman yürekleri görmeliyiz. Çünkü onların çığlığı sessizdir ama vicdanı olan herkesi derinden sarsar.

Bir karar vermeliyiz: Gerçek ihtiyaç sahiplerine mi ulaşacağız, yoksa gözümüzün önündeki kolay yanılsamalara mı kanacağız? Minik Uras için atılan bu adım, yalnızca bir çocuğun değil, bir toplumun da vicdan testidir.